30 Mart, 2019

Idiocracy


mike judge'ın yazıp, yönettiği idiocracy, türkçeye ahmaklar olarak çevrilmiş. başrollerde luke wilson, maya rudolph, dax shepard oynuyor.

filmin ilgi çekici konusu var. biri asker, diğeri hayat kadını olan iki kişi, gizli proje için 1 yıl süreyle donduruluyor. amaç, orduda görev yapan kaliteli askerleri gelecekte de muhafaza etmek, onlardan faydalanabilmek. daha sonra tabii görev unutuluyor, bu iki insan 500 yıl sonra bambaşka dünyada tesadüfen uyanıyor. o dünyada yaşamaya baslıyor.

günümüzün popüler konusur endüstri 4.0. fütüristik dünya, robotlar, kaybedilen işler, yeni doğacak iş kolları birçok insanın ilgisini çekiyor. gelecek hakkında makaleler, kitaplar yazılıyor. bu bağlamda idiocracy geleceği biraz farklı ele alıyor. yüksek iq sahibi insanlar çocuk yaparken çok fazla parametreye takılırken, düşük iq sahibi insanlar pervasızca çocuk yapıyor. bu yüzden bir yere kadar gelişen dünyada zamanla ortalama iq giderek düşüyor ve dünya tamamen ahmakların yaşadıgı bir yere dönüşüyor. tabii buradaki dünya tasvirimiz abd. dünya öyle bir dönüşüm yaşıyor ki, 500 yıl öncesinden gelen vasıfsız bir asker olan joe, o dünyada çok çok basit bir testle en yüksek iq'lu insan olmayı basarıyor. daha sonra abd baskanı tarafından çağırılıyor ve ülkenin sorunlarını çözmesi için içişleri bakanı yapılıyor. ülkenin sorunlarından bir tanesi kuraklık. kuraklık tam olarak gerçek sorun değil. çünkü su olmasına rağmen su kullanılmıyor ülkede. su sadece tuvalette kullanılıyor. su yerine insanlar susuzlugu giderdiğini düşündükleri gatorade'i içiyor. tarlaları gatorade ile suluyorlar çünkü tarlaların suzuslugunu gidermek gerekiyor. su içmek isteyen joe garipseniyor. tuvalette kullanılan bir şeyin neden içildiğine anlam veremiyorlar.

film absürt, kara mizah örneği. kontrolsüz üremeye, bilim insanların zaman zaman gereksiz uğraşlarına göndermeler yapılıyor. teknoloji gelişse de toplumun giderek ahmaklaştıgına dem vuruluyor. senaryo olarak epey kötü olsa da vermek istediği mesajı izleyiciye aktarabiliyor. zaten sinema tekniğinden pek anlamayan şahsım için bu tip filmlerin anlatmak istediklerini iyi kötü vermesi yeterli. bu yüzden beğendiğim film oldu.

bir de dipnot olsun, filmi bitti zannedip kapatmamak lazım. credit sonrası ufak bir sahne daha var.

Ülkenin Güzel Zamanları


dün youtube'de boş boş dolanırken, eurovision şarkıları arasına daldım. youtube'da ne kadar boş işler peşinde oldugum görseldeki arama kutusunda görülebiliyor.

eurovision'da türk yarışmacıların şarkılarını dinlerken can bonomo şarkısının altında görseldeki yorumu gördüm. "ne suriyeli var ne dolar yüksek ne başkanlık var ne terör var Ülkenin güzel zamanları". geçmiş seçimlerden bir tanesinde sokak röportajından kesit düşmüştü, orta yas üzeri bir seçmen "kötü günler geride kaldı simdi sırada daha kötü günler var." diyordu. hükmeden, hükmetmek isteyen, hükmedilen herkes için sanırım daha kötü günler yaşayacağız. bana her şey aynı gibi gelse de sanırım hissedilen sıcaklık farklı olabiliyor. zira çok değil 2012 yılı için bile güzel yıldı denilebiliyor artık. oysa 2012 arefesinde, 2011 yılının son günleride uludere olayı oldu. 2012'ye girişimiz bile problemliydi. 2012'nin bugüne kıyasla güzel olmasının gerekçeleri suriyeli olmaması, başkanlık olmaması ve doların düşük olması. merak ettim dolar ne kadarmış diye, mb sitesinde 1 doların 1.84 tl oldugunu gördüm. muhtemelen çok uzun süre o seviyeleri görmek mümkün olmayacak. şu an bir huzursuzluk çökmedi desem yalan olur. genel olarak 2012'de neler oldugunu merak ettim. aradan 8 yıla yakın zaman geçmesine rağmen hiçbir şeyin değişmediğini gördüm. benzer işler, benzer olaylar. memleket her zaman istikrarını korkuyor hamdolsun.

insanların konfor alanı kısmen daralıyor kısmen genişliyor. bu da huzurla ilişkilendirildiği için zaman zaman geçmiş daha güzel geliyor. memlekette hep terör vardı, birileri sürekli teröristti, dolar sıklıkla sıkıntı yaratıyordu, her zaman baskı altında yaşayan insanlar vardı. şu anda da değişen bir şey oldugunu düşünmüyorum. değişen şey artık çok fazla bu baskılarla yüzleşiyoruz. baskının ve sorunların katlanarak arttıgı gerçek, ama bunların artması kadar bizi bunlarla yüzleştiren enstrümanlar da çoğaldı.

türkiye'de 1920-1940 arasından gerçek anlamda hem gelişmiş hem de kalkınmış. o da kısmi olabilmiş. daha sonrasında olan biten her şey aynı. yakup kadri'nin anadolu hakı tasviri bugün de güncelliğini korkuyor. halkı önce kendisinden kurtarmak gerek.

27 Mart, 2019

Elephant


süresi kısa oldugu için izlediğim bir film daha. zamanında izleme listesine atmışım. hatta ne zaman listeye eklediğimi de hatılıyorum. polytechnique filmini izledikten sonra, öğrenci cinayeti temalı filmleri listeye eklemiştim. sonra konuya ilgim azaldı, izlemedim. merak ettiğim filmlerin süresi uzun oldugunda ufaktan bir üşengeçlik geliyor artık bana. bu yüzden bu tip kısa süreli fimleri izlemek daha cazip. iki bölüm dizi izleyeceğime bir bucuk saatlik filmi izlemek daha mantıklı.

filmi gus van sant yazmış, yönetmiş. abd'de öğrenci cinayetini konu ediniyor. izlemeden önce bildiğim tek bilgi buydu. filmi izledikten sonra insanlar ne yorumda bulunmuş diye ekşi sözlük'e girdiğimde benimle aynı düşüncede birçok insan gördüm. film sıkıcı. ama aynı zamanda da merak uyandırıcı sürekleyiciliği var. her an bir şey olacakmış heyecanıyla izliyor insan filmi. bu yüzden o sıkıcılık katlanılabilir hale dönüşüyor. bunda süresinin 1 saat 20 dakika olmasının da payı var. film uzun süreli olsa bitmesine daha bir buçuk saat var deyip el telefon gidebilir. bu yüzden süre makul tutulmuş. cinayetin işlendiği okul lise. olay gerçekleşmeden birkaç öğrenci özelinde lisede o gün olup bitenleri görüyoruz. öğrenciler için standart gün. belki de bu yüzden sıkıcı onları izlemek. günlük işlerini yapan insanları izlemek zaten ne kadar keyifli olabilir. okuduklarıma göre yönetmen deneysel çalışmış. oyuncular gerçekte oyuncu değil, bazı sahneler spontan...

ilgimi çeken konu baska diyarlarda insanlar lise çağında, 15-16 yaslarında bizim için anormal imkanlara sahip olması. filmdeki lise sanırım devlet okulu. ve yok yok... öğrenciler kaliteli zaman geçiriyor. bizim memlekette devlet okullarında kolay görebileceğimiz türden değil. çim sahalar, fotoğraf odaları, spor salonu, kullanışlı kütüphaneler, yemekhane, geniş kampüs... bir çocugun ilgisini çekecek ve ilgisini uygulayacak her şey mevcut. filmledekileri memlekette yapabilmek için insanlar özel okullara tonla para ödüyor. abd'de her okul böyle mi merak ediyorum. hayatta birçok şey tasadüf değil. imkanlar dahilinde yaşayabildiği yasıyor insan.

kafayı sıyırıp katliam yapan öğrencilerin psikolojileri daha net verilse iyi olabilirdi. fazla ayrıntı göremedik. okulu basan öğrencilerin hikayesiyle diğer öğrencilerin hikayesi de aynı gibiydi... standart bir günde yasananlar. her şeye rağmen genel olarak beğendiğim film oldu.

26 Mart, 2019

Det sjunde inseglet


avrupa sineması deyince ilk söylenen isimlerden birisi ingmar bergman. birkaç filmini izleme listesine eklemiştim ama bir türlü izlemek için fırsatım olmamıştı. dün film ararken yine filmlerine denk geldim ve the seventh seal'i, türkçesi yedinci mühür'ü izledim. izleme sebebim hem meraktı hem de makul süreli bir film olmasından dolayıydı. zira artık filmler anormal uzun oluyor gibi. 2 saat üzeri filmleri izlemek için vakit ayırmak zaman zaman zor olabiliyor.

bazen bazı filmleri zamanında izlemek gerekiyor sanırım. filmi, vizyona girdiği zamanlarda ya da 60'lı yıllarda izlemeyi isterdim veya kendi dönemimle alakalı olarak bazı şeyleri kafaya takıp sorgulamaya başladıgımda bu filmi izlemek isterdim. kuşkusuz o zaman alacağım haz çok farklı olurdu. zira filmde ölüm, tanrı, hiçlik sorgulanıyor. bunlar kendi çapımda düşünüp içimde hallettiğim mevzular. bunlar hakkında kafa yorarken bu filmle karşılaşmak isterdim. filmde her karakter birbirinden alakasız bir şeyleri sorguluyor. ölümle oynanan satranç muzzamdı. silahtarın hiçlik üzerine konusmaları, kafasında ölüm ve hiçlik kavramlarını halletmesi ve bu halledişin rahatlıgını en güzel onda görebildim. şövalyenin olanlardan dolayı tanrı'yı sorgulaması, inanan insanın inanmaktaki zorlanışını gösteriyor. dünyada onca problem varken, vebadan dolayı binlerce insan hayatını kaybederken tanrının varlıgını sorgulamak, inananmak isteyen insanın inanmak için bir şeyler bulmak istemesi dünyanın her zaman diliminde insana tanrıyı sorgulatıyor. sövalye tanrıyla konusmak bile istiyor. tanrının varlıgını bizzat tanrıyla konusarak öğrenmek istiyor.

alışık oldugumuz tabir olan her canlının mutlak ölümü tadacak olması, tanrının varlıgını ya da hiçliğini aslında önemsiz kılıyor. ölüm var. insan ne kadar sorgulama yaparsa yapsın, ölümle ne kadar oyun oynarsa oynasın, neye inanırsa inansın ölümden kaçamıyor. hiçlik veya tanrıdan bağımsız tek gerçek, ölüm.

25 Mart, 2019

Gebzespor 1-2 Tire 1922


bir puan bile çok önemliydi. öne geçtik, belli süre koruduk ama üç puan elimizdeyken bir puan bile alamadık. takım gerçekten çok kötü. özellikle maçların ikinci yarısında takım oyundan düşüyor. hocanın motivasonu kaybolmuş. çözüm üretemiyor. kadro yetersizliği herkesin malumu ama öyle ya da böyle 1-0 öne geçmiş bir takım var. ilk golü frikikten yiyorsun. 85. dakikaya kadar durum 1-1. kalene uzak tutabilmişsin rakibi ama günün sonunda 2-1 mağlup oluyorsun. kadro zayıflıgı bir yere kadar mazeret, güçlü takımlara karşı kadro zayıf ama bu takım körfez'i bile yenemedi içeride. bu da direkt hocanın sorumlulugunda.

kulübün içinde bulundugu finansal durum malum. yönetim problemleri, geçmiş oyuncuların ve mevcut oyuncuların alacakları, kadronun zayıflıgı hocanın çalışmasını mutlaka etkilemiştir. bunların hepsi takım olmayı zorlaştıran unsurlar ama sahaya baktıgımda kendi çaplarında oynamaya çalısan oyuncular görüyorum. oyuncular oynamaya çalışsa da takım bir türlü skoru koruyamıyor. öne geçiyorlar maç berabere bitiyor. berabere giderken bir anda ne oldugunu anlamadan gol yiyorlar. artık maçları izlerken herkes hemfikir hale geldi; birazdan gol yeriz diye düşünüyor insanlar. çok büyük problem. taraftarın bu psikolojiye girmesi sahada oynayan oyuncuyu da etkiler. işler çıkılmaz hale gelir.

dün ortam gayet iyiydi. maraton tribünü zaman zaman uyutan tezahürat yapsa da kabalık, iyi grup vardı. golle beraber her şey güzelken yine mağlup olduk ve 16. sıraya düştük. silivri kendi sahasında nevşehir'i yendi. bizim silivri deplasmanı var. küme düşme hattında olan takımlar ihtiyaçları olan puanı alıyorlar.

gebzespor'da teknik direktör değişti. özgür vurur takımın basında. dün maçta da adına tezahüratlar yapıldı. çok geç değişim ama umarım faydası olur. karakörü, silivri, erbaa maçları çok önemli. nevşehir ve velimeşe maçlarından hiç umudum yok. korkulan sonu kimse istemiyor. herhalde türkiye liglerinde en kötü şey bölgesel amatöre düşmek. liglerin en korkuncu. en çekilmez lig. takım yıllarca oradan çıkmak için binbir çaba gösterdi. tekrar aynı çabaya girmeyiz umarım.

14 Mart, 2019

Birtakım Meseleler


ekşi sözlük'te gezinirken ekrem imamoglu'nun cnn'de buket aydın'ın programına çıkacağını gördüm. sözlük'te başlıgı canlı yayın olarak açmışlardı.

uzun zamandır cnn türk izlemiyordum. izlememe sebebim açık oturum programlarına saçma, izleyiciyle dalga geçercesine konusan konuklar çıkarmalarıydı. gerçi benim takık oldugum bir isim var, o da mehmet sarı. kendisi avukat. ama akp fedaisi gibi konusuyor. sürekli aynı söylemlerle bütün programlara katılıyor. kadrolu gibi... bu yüzden uzun zamandır cnn türk izlemiyordum ama ekrem imamoglu konuk olunca meraktan açıp izlemeye başladım. program canlı değildi. bu tip programlar canlı yayınlanmayınca bende biraz etkisi sönük oluyor ama yine de her şey iyi, güzel gidiyordu. derken yayın kesildi ve cumhurbaskanı programına geçildi. tayyip erdoğan yine bir yerlerde bu sefer cumhurbaskanı sıfatıyla konusuyordu. neden program yayını kesildi diyemiyorum çünkü bu gibi anlarda hep kesiliyor. cumhurbaskanı bir yerde konuşuyorsa mutlaka son dakika olarak bağlanılıyor,  konusma canlı yayında veriliyor. ama keşke, koskoca istanbul'u yönetmeye aday bir isime daha saygılı davranılsaydı. cumhurbaskanı'nın planı, programı belli. ne zaman nereye gideceği, ne konusacağı program dahilinde. haber kanalları da ekseriyetle bunu bilir. ekrem imamoğlu'nun programı kesilmeyecek şekilde yayın akışına konabilirdi. yapmadılar tabii böyle bir şey. cumhurbaşkanı konuşması bittikten sonra program kaldıgı yerden devam etti.

recep tayyip erdoğan cumhurbaskanı sıfatıyla ayrı, akp genel baskanı sıfatıyla ayrı konusuyor. haliyle bütün konusmaları canlı yayınlanıyor. zaman zaman kendisine yeterli muhalefet yapılmadıgını düşünüyorum ama medyanın halini düşününce kim olursa olsun muhalefet yapmak memlekette çok zor. belki de en zor iş... zaten ethem sancak'ın geçtiğimiz haftalarda çıkan bir röportajı akp cenahı için medyanın ne kadar önemli oldugunu kanıtlar nitelikteydi. türkiye'de böylesine medya düzeni olduktan sonra bir şeylerin değişmesini beklemek hayalcilik. yine böylesi hukuk düzeni olduktan sonra bir şeylerin değişmesini beklemek hayalden öte ütopik oluyor.

daldan dala olacak ama akp'ye yakın iş insanları medyanın yanında şimdi kitapçı işine girdiler. turkuvaz medya d&r mağazalarını satın aldı. mağazalar el değiştirmeye başlamasıyla göz önündeki raflarda sergilenen kitapların niteliği değişti. buna dikkat eden olmustur. açık açık belli bir grup için yazılan kitaplar artık daha göz önünde, dikkat çekici yerlerde. bu değişimler değişim anında bir şey ifade etmese de zamanla anlasılıyor yarattıgı etkiler. elbette yasak beklemiyorum ama iyi kötü ufak bir kesimde okuma alıskanlıgı var. onda da okurun algısıyla oynanacak gibi geliyor. çünkü insanlar bir konuya ilgi duyduklarında kaynak araştırması yapmıyor. kaynağın güvenirliğini sorgulamıyor. nasıl internette google'ın getirdiğine kosulsuz inananlar var, kitap okuyanların içinde de kitabın kimin yazdıgından bağımsız, araştırılan konunun kitapta var olmasından dolayı bilgiye güvenen insanlar var. internetteki, medyadaki bilgi kirliğinin yanında kitaplarda kirlilik olacak gibi gözüküyor.

09 Mart, 2019

Capharnaüm


yönetmenin where do we go now filmini izlemiştim. o filmde de nadia labaki bir şeylere dokunmaya çalısyordu, filmin drama tarafı olsa da komedi yönü daha ağır basıyordu. çok güzel filmdi.

kefernahum baştan sona iyi drama olmus. temasının en iyi filmlernden olabilir. göç, mülteci, sığınmacı temalı filmleri seviyorum. her ne kadar bu kavramlar sık sık karıştırılsa da özünde insanların anladıgı aynı... işler yolundayken bile gitmek meşakkat isterken yokluk hatta hiçlik durumunda kalkıp bir yere gitmek, memleketi, evi barkı terk etmek kolay değil.

filmi izlerken geçen gün yaşadıgım bir olay aklıma geldi. bir grup arkadaş lokanta önünde bekliyorduk. arabayı park eden arkadaş gelecekti ve beraber lokantaya girecektik. o arada bir çocuk ve yanında annesi oldugunu düşündüğüz kadınla beraber semte yabancı olan arkadaşla bir şeyler konusuyorlardı. olaya müdahil oldum. adres sordukları el kol hareketlerinden belli oluyordu. memleketlerini bilmemekle beraber yabancı oldukları kesindi. suriye, afganisyan ya da baska bir yer... ama kuvvetle muhtemel suriyelilerdi. kadın bana bir şey soruyordu anlamıyordum konusmasından. daha sonra çocuk konusmaya basladı annesinden iyi kıt türkçesiyle. muhtemelen 7-8 yaslarında bir çocuk... dil bilmeyen annesinin elinde tutmus bu sefer o bana bir şeyler diyordu. güç bela söylediklerinden bir anlam çıkardım. otobüsleri kalkacakmış. otogara nasıl gideceklerini öğrenmeye çalısıyorlardı. o yaşta bir çocuk annesinin koruyucusu gibiydi. anne çocugun güvenliğini sağlamak için değil de sanki çocuk annenin güvenliğini sağlamak için annesinin elinden tutuyordu. adresi tarif ettim. gittiler. umarım sağ salim gittikleri yere ulaşmışlardır. nereden bakarsak zor hayatlar. o yaştaki çocukların derdi bambaşka olması gerekiyorken, o çocugun hayata tutunma çabası kırık türkçeyle annesine rehberlik etmek.

filmde de benzer bir hikaye var. imkansızlık içinde bir çocuk zain. doğumunda annesini ve babasını sorumlu tutacak, onları suçlayacak kadar hayattan nefret etmiş küçük yaşında. etrafından gördüğüyle kardeşinin basına geleceklere isyan edip onu koruyup kollamaya çalışan bir ağabey.

labaki, lübnan özelinde olsa da birçok konuya dokunmuş. hikaye lübnan'da geçse de konular herkesin konusu. herkes üzerine düşen payı alabiliyor. çocuk yaşta evlilikler, çürük aile yapıları, bozulmuş hukuk yapısı, insan yerine konmayan sömürülen göçmenler, umut olarak görülen gelişmiş ülkelerin zain'in deyimiyle fark olmadan hepsinin aynı bok olması.

filmle ilgili şöyle dipnotlar var. zain aslında suriyeli bir mülteci. suriye aksanıyla, lübnan aksanı arasında farklılar varmış. zain normalde suriye aksanı konusmasına rağmen film boyunca lübnan aksanını kusursuz konusuyor. filmin bir sahnesinde suriyeli olursa daha kolay gidebileciğini söylendiği için ayna karsında suriye aksanı pratiği yapıyor. muhtesem oyunculuk. ve şu anda ailesiyle beraber norveç'te yasıyor...

07 Mart, 2019

Bibiana Steinhaus ve İran


geçtiğimiz haftalarda oynanan bayern münih-augsburg maçı iran'da televizyonda yayınlanmamış. yayınlamama sebebi maçın hakeminin kadın olması. bibiana steinhaus almanya'nin önemli futbol insanlarından. başarılı bir hakem.

iran'a tepki olarak bayern tribünleri görseldeki pankartı açmışlar. "an der pfeife, am mikro, in der kurve: frauen sind teil des fussballs." türkçesi, hakemlikte, mikrofonda, tribünde kadınlar futbolun bir parçasıdır. 

iran'da kadınlar futbolun hiçbir şekilde parçası değil. kadınlar ne sahada ne de tribünde yer alıyor. buna karsılık iran'da futbola ilgi duyan kadınların varlıgı biliniyor. genel olarak spora ilgi duyuluyor. hatta bununla güzel bir film var; offside. iranlı bir kadın taraftarın yasak olmasına rağmen maça gitmesini anlatıyor.

03 Mart, 2019

Gebzespor 1-1 Körfez Spor Kulübü


maçın cumartesi günü oynanacağını bilmiyordum. dün amedspor-sakaryaspor maçını takip ederken 3.lig maçlarının cumartesi 14.30'da olugunu gördüm. apar topar hazırlanıp evden çıktım. stada girdiğimde maçın 16. dakikası oynanıyordu ve gebzespor 1-0 mağluptu.

gebzepor geçen sezonu şampiyon tamamlayıp 3.lig'e çıkınca hayaller yine şampiyonlukla kuruluyordu. ama kulübün borç, yeterli kadroyu kuramama, mevcut oyuncuların ödemelerinin yapılaması, devre arasında eldeki yetenekli oyuncuların gitmesi gibi sorunlarıyla takım şu anda epey sıkıntılı süreç yaşıyor. açıkçası gebzespor şu anda ilk yarıda topladıgı puanların ve bir takımın küme düşmesinin kesinleşmesinin ekmeğini yiyor. körfez, matematiksel olarak düşmese de dünkü oyunuyla ve şu ana kadar topladıgı puanla küme düşmesi garanti gibi...

iç sahada oynanan maçlarla ilgili burada bir şeyler karalıyorum. gebzespor'un en büyük hedefi ligde kalmak olmalı ama iç sahada alınan başarısız sonuçlar ve oynanan kötü futbol işleri giderek zora sokuyor. maalesef şu anda ligin düşme adaylarından bir tanesi. şu takım küme düşerse hiçbir gebzespor taraftarının buna şaşıracağını düşünmüyorum. umarım böyle bir şey olmaz tabii. çünkü düşülen lig bal. statüsü gereği tam bir cehennem. bir de ligde kalteli takımlar olursa cehennemde cadı kazanı içine düşmüş gibi oluyor takımlar.

körfez, genç bir takım. bunun üzerinde yetenek olarak da ligdeki diğer takımların gerisindeler. iç işlerini bilmiyorum ama yukarıda da yazıdıgım gibi çok çok yüksek ihtimalle bal'a düşecekler. böyle bir takımla iç sahada maç yapan herkes kafadan 3 puan yazar ama gebzespor maalsef berabere kalabildi. pozisyon üretse de takımdaki büyük beceri eksikliği var. özellikle ileride oynayan oyuncular ya yeteneksiz ya da kısıtlı yetenekleri var. lig standartının altında oyuncular. hal böyle olunca maç kazanamıyor gebzespor. direkten dönen toplar, ceza sahası içinde çekilen şutların isabetsiz olması beceriyle alakalı... takımdaki en yetenekli oyuncu oğuz başaran ama onun da birçok defosu var. oğuz dısında forvet hattında oynayan oyuncular kalite anlamında takıma hiçbir şey katamıyor. takımın 6 haftadır kazanamaması, 6 haftada sadece körfez'e atılan bir gol bunun kanıtı niteliğinde.

umarım takım küme düşme gibi bir durum yaşamaz. zira ligden düşülmesi halinde bal'dan çıkmak çok zor oluyor. ara transfer dönemi kapandı, yeni başkan seçildi. öyle ya da böyle eldeki takım bu ve gebzespor ligi elinden kaldıgı kadarıyla puan toplayarak tamamlamaya çalışacak.