istanbul'un dibinde yaşayıp, hatta istanbul'da doğup daha sonra istanbul'da altı sene üniversite okuyup üsküdar'ı bu kadar az bilmek sanırım benim ayıbım. çok fazla gezdiğimi de söyleyemem ama bugün epey dolandım durdum. duyduğum çok yeri gördüm. çoğu yeri güzergah olarak kullandıgım için bildiğimi düşünüyordum ama güzergahtan çıkarıp, durup görmek gerekiyormuş.
okuduğum ikinci tahsin yücel kitabı. ilk olarak yalan'ı okumuştum. aradan epey zaman geçti. geçenlerde ne okusam diye düşünürken yalan aklıma geldi ve tahsin yücel kitabi okuyayım dedim.
kitap, sol görüşlü bir insanın hayatını konu ediniyor. okuması keyifli, sıkmadan güzel güzel akıp gidiyor. yalan'da oldugu kadar olmasa da türkçe'de ilk kez duyduğum kelimeler var. kenter kelimesini burjuva olarak kullanmış tahsin yücel. daha önce hiç duymamıştım. okurken tdk'ye baktım ama orada da göremedim. tdk'ye göre böyle bir kelime yok. kitap bir hayat hikayesi oldugundan dönem türkiye'nin sosyolojisi de dikkat çekiyor. toplumun değişimleri idrak edilebiliyor.
yalan'a göre daha çok sevdim. diğer kitapları da listeye attım. zaman, fırsat olunca yavaş yavaş onları da okumayı planlıyorum.
life is beautiful. türkçesi hayat güzeldir 1997 yapımı italyan yapımı. üç dalda oscar'ı var. bunca zamandır izleme listemdeydi ama bir türlü fırsat bulamıyordum. sonunda dün fırsat buldum ama filmi tamamlayamadım. yarsını dün yarısını da bu sabah izledim. filmin ilk yarısı ve ikinci yarısı bambaşka iki film gibi. ikinci dünya savaşında toplama kampına düşen baba oğul hikayesi. savaş, nazi, toplama kampı deyince insanın aklına rahatsız edici filmler geliyor ama filmin görüntü olarak çok da rahatsız edici tarafı yok. oğluyla birlikte kampa düşen bir babanın, oğlunun olan biteni idrak etmemesi için insanüstü çabası anlatılıyor. guido'nun kendisi zaten hareketli, neşeli bir adam. olumsuzluğun en dip noktasında bile oğlu için pozitif ortam yaratmaya çaba gösteriyor. oğlunun oradan en az hasarla kurtulmasını amaçlıyor. nitekim başarılı da oluyor.
sağda solda çokça okudum. filmin çok da gerçekçi olmayan tarafları var. toplama kampında guido kadar rahat hareket edilemeyeceğini savaşı anlatan romanlarda, filmlerde, belgeseller gördük. o sahneler inandırıcılıktan uzaktı. ama bu, filmin insanın soktuğu psikolojiyi etkilemiyor. filmi izleyici hisssedebiliyor. ilk yarıda guido'nun hareketli yaşamı, sürekli konuşması beni biraz yorsa da ikinci yarıyla beraber film biraz daha duraksadı film. haliyle ben de biraz kafaca dinginleşmiş oldum.
ayrı bir paragraf anne için açmak lazım sanırım. guido ile kaçması. evlenmesi. daha sonra onun peşinden gitmesi o dönem için yapılacak onurlu davranışlardan bir tanesi. gözünü kırpmadan trene binmesi. bilinmezliğe hatta ölüme gitmesi, guido'ya aşkı kadar onurlu bir kadın.
daha hangi ülkenin kazanacağı belli olmadan üstü kapalı göndermeler siyasi kanattan gitmişti. cumhurbaşkanı erdoğan adil bir seçim yapılmasını istiyordu. bu söylemin alt metninden seçimin adil olmadığı düşüncesini çıkarabilirdik. yine cumhurbaşkanı mesut konusunu tekrar gündemi getirmesi, üstü kapalı ırkçılık göndermesi bel altı vurmaktan başka bir şey değildi. bunun yanında twitter'da takip ettiğim birtakım spor yöneticileri; bazıları müdür pozisyonunda, eleştirmeyi dahi yasaklamıştı. seçime günler kala, bu saatten sonra yapılacak eleştirinin balta görevi görmekten başka bir işe yaramayacağı düşüncesinde olanlar vardı. haklı gerekçelerle turnavının türkiye'de yapılmasını istemek kadar, yapılmasını istememek de sadece zıt bir düşünceydi. ben de zıt düşünce tarafındaydım. bu düşüncede olmamın tek sebebi de sürekli tesise para harcamanın bir şey getirmediğini düşünmem. eğer turnuvayı düzenleseydik ek harcamalar için 70 milyar lira harcanacağı söyleniyor. büyük para. şu şartlarda bu paranın çok daha verimli kullanacağı düşüncesi bile turnavayı istememek için bir sebep.
hoca verdi, ben aldım cümlesi öğrenciler arasında popülerdir. düşük not alınca hoca verir, yüksek not alınca öğrenci alır. bu da aslında başarısızlığı başka tarafa attığımızı somut örneği. uefa'nın seçimine yapılan eleştirilerde de benzer durum görülüyor. alamadık çünkü rakibimiz bizden daha hazırdı, daha tecrübeliydi, daha başarılıydı... alamadık çünkü eksiklerimiz var. ne kadar avrupalıyız tartışılır. türkler olarak sevsek de sevmesek de kültürel iktidar o taraf, bizim taraf değil. ne kadar oralıyız ve ne kadar oralı olmak için çabalıyoruz. hoş, oralı olmak gibi zorunluluğumuz da yok. neysek o olalım. başkaları tarafından oralı ya da buralı ilan edilmek çok önem arz etmemeli. ancak kendimizi bi yere yerleştirmeye zorluyoruz. almanya'nın kazanmasının elbette politik tarafı var. peki, türkiye kazansaydı bu karar tamamen sportif mi olacaktı? türkiye'nin sulu tarafının gazetecilerinden avrupa ayakta kalmaki için almanya'yı güçlendirmek istiyor, uefa da bu sürecin bir parçası minavlinde yorum yapıyor. bakış açısı böyleyse neden bu turnuvayı düzenlemek için aday olduk. o kadar yatırım yaptık. anlamak güç. başarısızlığımızı iteleme, başarısızktan kaçma huyumuzdan vazgeçmek gerekiyor sanırım. çok konusulan baska durum da sponsorlar öyle istedi. futbolun sanayileşmesi sanayisinde binlerce lira kazanan insanların, kendi televizyon programlarında ellerinde sponsorun verdiği kupalarla çay, kahve içenlerin bu yorumları yapması ironik. sponsorlar sayesinde o hayatlar yaşanıyor. bu oyun gelişiyor. elbette onların isteği seçim konusunda da önem arz edecek.
birçok konuda yetersisiz. yeterli lobi gücü sağlayamıyoruz. ülke içinde, ülke dışında politik sorunlar yaşıyoruz. tesis yapmayı gelişmişlik zannediyoruz. futbola tutkuyu sadece kendimizi duyduğunu sanıyoruz. hep iyi, yeterli olduğumu düşünüyoruz. her şeyin en güzelini hak ederiz ama bir türlü bize vermezler en güzelini. belki de hak etmiyoruzdur güzeli. uefa'nın kararının yüzde yüz hakkaniyetli oldugunu düşünmüyorum ama hak edecek kadar iyi oldugumuzu da düşünmüyoruz. karşımızda çubuk krakerle kandırılan bebek yok. artık türk yemekleri diyerek bir şeyleri yaptırabileceğimiz fikrinde vazgeçmemiz gerekiyor. önce kendi içimizi halledelim. kendi içimizde hakkaniyetli olalım. sonra başka taraflardan hakkaniyet bekleriz.
okuduğum dördüncü orhan pamuk kitabı oldu. genelde ilk kitaptan sona doğru okunmaya başlanır ama benim için durum tam tersi oldu. sondan başladım başa doğru gidiyorum. gerçi bilinçli yapılmış tercih değildi. öyle denk geldi.diğer üç kitabın açık ara önünde sessiz ev. orhan pamuk'ın 1983 yılında basılan ikinci kitabı. yaşadığım yerin de romanda bir hayli geçmesi kitabı sevmemde büyük etken oldu. izlenen filmde türkiye adının geçmesi gibi yaşadığım yeri ismini her okuyuşumda garip bir hisse kapıldım.
kitap, birbirinden alakasız üç torunun babannelerini ziyaretlerini konu ediniyor. karakterlerin gözünden ilerliyor roman. kuşaklar arasındaki uçurum, çatışma hep var olan sorun. doğu batı arasında kalmış memleketin hala devam eden sorunu. kitapta da farklı zaman diliminde yaşayan insanların ortak sorunu. herkes kendi penceresinden haklı gibi... sanırım bu sorun türkiye için çözülemez bir problem...
savaşın getirdiği vahşet. bununla beraber gelen acı… bosna’da
çetniklerin yaptığı katliam sırasında gazetecilik yapmaya çalışan
insanların üzerinden ilerliyor film. michael, işini yaparken vicdanı
tarafına gidiyor. bir yetimhanenin haberini yapıyor ve oradaki çocuklara
kurtarılacaklarına dair söz veriyor. sözün getirmiş olduğu sorumluluk
duygusunu yaşıyor michael. flm 97 yapımı. sanırım bu yüzden olsa gerek
filmin çekildiği ortam hala sıcak; mermi izleri, yıkılmış binalar,
harabeye dönmüş sokaklar.
welcome to sarajevo sevdiğim filmlerden bir tanesi oldu. savaşın
gerçekliğini hissettiriyor. rahatsız edici görüntüler var. kuşkusuz
bunda gerçek görüntülerin kullanılmasının da payı var. bazı belgesel
görüntüleri, politikacıların yaptığı içi boş konuşmalardan kesitler…
özellikle politikacaların yaptığı konuşmalardan sonra aklım suriye’de
olanlara gitti. savaşı yaşayan insanların içinde bulunduğu durumu
hissetmeden verilen manasız vaatler; güvenli bölge kuracağız, sivillere
bir şey olmayacak, ateşkes ilan edilecek…
insanların gözü önünde yapılan katliam unutlacak gibi değil. hala
bulunan toplu mezarlar var. çocuklarını, eşlerini arayan aileler…
dinmeyecek bir acı
geçtiğimiz sezon neredeyse tüm iç saha maçlarına gitmeme rağmen
hayatın getirmiş olduğu bazı teknik problemlerden ötürü takımın
şampiyonluğunu göremedim. gebzespor uzun sürenin ardından tekrar 3.
ligde, profesyonel seviyede. hoş, bal’da da takımın seviyesi 3. lig
seviyesiydi ama bir türlü istenen başarı gelmiyordu. geçtiğimiz sezon
takım şampiyon oldu ve play off oynadıktan sonra bir üst lige çıktı.
sezon başında da kronik finansal sorunlar yüzünden az daha lisans
alınamıyordu. yine çileli bir sezon olacak diye düşünürken, bir grup iş
adamı borçları kapattılar ve takım önüne bakmaya başladı.
sezonun ilk galibiyeti ilk maçıma denk gelmesi güzel oldu. hem de net
bir skorla ve oyunla… takımda en beğendiğim oyuncu 35 numara turgay
keleş, iyi vuruş yapsa da top direkten döndü, devamında kemal’in dönen
topu tamamlamasıyla gebze 1-0 öne geçti. turgay keleş diyorum ama ilk
kez takımda gördüğüm bir isim. bu sene transfer olmuş. o kadar dikkatimi
çekti ki maç esnasında maçkolik’i açıp baktım. daha 19 yaşinda, sakarya
altyapısından yetişme. üst seviye için yetersiz olabilir ama alt
liglerde fiziğiyle, kafa hakimiyetiyle aranan oyuncu olur.
ikinci yarıya da gebze iyi başladı. emre’nin uzaktan harika golüyle
2-0 oldu. iyice yorulan ve oyundan düşen yomraspor’a 90’da oğuz attı ve
maçı 3-0 yaptı.
takımda geçen seneden çok fazla oyuncu yok. klasik her sene oldugu
gibi toplama takım olmuş. bu sene çok da bir şey beklememek gerekir.
lige tutunma ve alışma yılı olsun. ama önümüzdeki sezon üst ligler
kovalanmalı. hem gebze’nin hem de gebzespor’un potansiyeli var. bunun
iyi değerlendirmek gerekiyor.
uzun süre sosyal hayattan kopuk yaşayınca tekrar dahil olmak zor olabiliyor. ara verilen alışkanlıkları yeniden kazanmak zahmetli... verilen arada kaçırılan şeyleri telafi etmek isteyince, bu sefer de günceli kaçırabiliyorsunuz. izlemek istediğim filmler, dinlemek istediğim müzikler, okumak istediğim kitaplar birikti. sıraya koyuyorum ama her sıralama yaptıgımda sanki daha fazla şey birikiyor. biriktikçe birikiyor. şikayet ettiğim her konu keşke böyle olsa. güzel şikayet. zamanla birikenler erir. sadece zaman. şu an için bol bol var. alışkanlıkları yeniden kazanmak lazım.
uzun zamandır evime kütüphane yaparım diye sağdan soldan kitaplara
dadanıyordum. kitap satın alma hastalığı denilen olay bende de vuku
bulmuştu. sonra tabii bir şekilde bu hastalıktan kurtuldum. bir şekilde
dediğimin de bir esprisi yok. maddi olarak zor günler geçirdim.
okumadıgım kitapları almamaya başladım. okuyacağım kitabı nerede ucuza
bulursam gidip alıyordum. sonra maddi durumu düzelttim ama almamaya
devam ettim çünkü kindle almıştım.
zaman zaman ekşi sözlükte parasına kesinlikle değen şeyler isimli başlığa denk geliyorum. kindle benim için tam olarak bu başlığa hitap ediyor. şöyle sağıma soluma bakıyorum. sahip oldugum herhalde en değerli şey kindle. müthiş alet. tabii kindle sahibi olduktan sonra matbu kitap almamaya başladım. kütüphane hevesimi kendi kendime baltaladım. bu aralar yeniden kitap almaya karar verdim ama bu sefer de çok uçuk fiyatlarla karşılaştım. kitap fiyatları kur kriziyle beraber daha da zamlanmış sanırım. bir kitabın 30. baskısının arkasında 45 lira yazıyor 32. baskında 50 lira yazıyor. kitap kapağındaki fiyat değiştirelemediği için 45 lira üzerine 50 lira etiketi basmışlar. üşenmedim bazı kitapların etiketlerinin altına baktım 4-5 lira arası zamlanmış kitaplar. almadan geri çıktım. kindle kullanmaya devam edecektim zaten ama en azından ufak da olsa kütüphanem olsun derdindeydim. artık müsait zamanda sahaflara gidip oralardan ikinci el alacağım ya da internette indirimleri takip edeceğim.
sezonun ilk stat açılışını yaptım. 2. lig kırmızı grup maçında gol göremesem de ortam bu oyunu neden sevdiğimi bir kez daha hatırlattı. akşam serinliği, denize nazır bir stat, kendi çapında top oynamaya çalışan takımlar...
takip edebildiğim kadarıyla tokatspor yeni yönetimle bir yapılanma içine girmiş. ahmet dursun, okay karacan gibi isimler var. geçen hafta da sezon açılış maçında ünlü isimleri toplayıp tokatspor, şöhretler karması maçı düzenlediler. eski futbolcular, popüler isimler vardı. ilgi çeken bir olay. önceden alt lig takımları konser düzenlerdi sezon açılışında. sanırım artık o tip organizasyonlar pek olmuyor. ama bu maç da bana o günleri hatırlattı. şehirde ilgi nasıl bilmiyorum ama benim ilgimi çeken bir maç oldu.
darıca gb ise belediye destekli bir takım. belediyenin sağlamış oldugu imkanlarla, küçük ölçekli bir takım kurarak yola başlamışlar. ilk maçta cezalılardı. taraftarları stada giremedi. bu yüzden tek ses tokaspor taraftarının sesini duyduk. onlar da istanbul ve civarında ikamet eden insanlar. futbola karşı çok da ilgi duyduklarını düşünmüyorum. maksat memleket havası...
maça deplasman takımı tokatspor etkili başladı. bulundugum konumda atakları net göremesem de oyunu rakip yarı sahaya yıkarak oynadılar. yüzde yüz olmasa da birkaç pozisyona girdiler. buna mükabil darıca'nın kontradan pozisyonlara girdiği oldu. ancak iki takımda da bariz yetenek eksikliği göze çarpıyordu. ikinci yarıda ise hiçbir şey yoktu. klasik sezona iyi hazırlanamayan iki takımın maçı gibi son bağlandı; diller dışarıda, koşmaya derman yok... yürüye yürüye, yata yata maç 0-0 bitti.
maçın öncesi aceleye gelse de; son anda yetiştik, sonrası güzel oldu. iyi bir yemek ve tatlı... seviyorum deniz ferahlığını.
neredeyse 6 ay oldu buraya hiçbir şey yazmayalı. insan olmanın ve bu
topraklarda yaşamanın yarattığı bazı teknik problemlerden ötürü yazacak
ne ortam vardı ne de durum... 6 ay... az gibi ama değil. insanın
özgürlüğü her şeyi.
ben buralarda yokken neler oldu?
ülkece
krize girdik. ben buradan ayrıldıgımda dolar 3.80 gibi bir şeydi,
döndüm 6.55... insanları bir gemiye bindirmeye çalışıyorlar ama
sanıyorum binmek istemeyenler de var. ben de binmiyorum.
seçim oldu. olmaz olaydı.
o
kadar bedelli askerlik beklerken bunun ben o ortamdayken çıkması da
nasıl bir şansla açıklanır bilmiyorum. kimin neyine kışt dedim acaba.
ortamlarda
anti militarist geçin ama oralarda sana silahlık emanet etsinler.
silahların özelliklerini gözü kapalı saymayı öğren. silah al, silah ver.
milleti silahla.
taraftarı oldugum semt takımı
şampiyon oldu. bunu herhalde hayatımın geri kalanında hiçbir zaman
göremeyeceğim. bu sezon kesin ligden düşerler. bütün maçlara git ama
takımın şampiyon oldugunu göreme...
dünya kupası
oynandı. bunu ucundan takip ettim. büyük bir kayıp olmadı. tabii gönül
evde sere sere takip etmek isterdi ama şartlar...
işin
en ilginci, belki de tek güzel tarafı, ben burada yokken sevgilim oldu.
bunu nasıl becerdim hiçbir fikrim yok. insanlar askerlik yaparken terk
edilirken benim için durum tam tersiydi...
her şeye rağmen hayata dönmek güzel.
...and forget all the bad things that's around us, can't you see there's nobody else here, so take off your cool than your blues than your shoes