11 Şubat, 2018

Toivon tuolla puolen


suriye'den kaçmak zorunda kalıp kendisini finlandiya'dan bulan bir adamın hikayesi. mülteciliği anlatan bir film. türkçesi umudun acı yüzü. uzun zamandır izlemek istediğim bir filmdi ama bir türlü izleyemiyordum. izlenecekler listesinde sürekli öne çıkmasına rağmen hep araya başka filmler karıştı. nihayet dün gece izleyebildim. ciddi bir derdi, meseleyi ajitasyona girmeden sakin sakin aktaran filmleri seviyorum; hem filmde anlatılan derdi anlıyorum, hem de film bana dinginlik veriyor. bu da öyle bir film oldu. kaurismaki filmleri sanırım böyle. daha önce le havre'ı izlemiştim. benzer hisse kapılmıştım. kaurismaki'nin diğer filmlerini de sıraya koydum en kısa sürede onları da izleyeceğim.

bir süre almanya'da yaşamıştım. benim için tabii sonu hüsranla biten bir tutunamama tecrübesi oldu. o başka bir post konusu olabilir. insanların avrupa'ya gitmek için yollara döküldüğü, kilometrelerce yolu yürüdüğü, sınırlara dayanıp polisle karşı karşıya geldiği, şiddet gördüğü buna mükabil politikacıların insanların hayatları üzerine pazarlık yaptığı, erdoğan'ın açarım kapıları dediği, avrupa'nın para vereceğiz kapıları açma dediği dönemde almanya'da yaşıyordum. büyük bir insanlık krizi. o zamanlar mülteci olmak ne demek yakından hissetmiştim. filmde pek girilmemiş ama en büyük problemlerden bir tanesi dil. bulundugunuz ülkenin dilini konusamadıgınız vakit bir uzvunuz eksik gibi oluyor. çok büyük bir problem. almanca öğrendiğim zaman kursa mülteciler gelmişti. devlet, kurslara giden mültecilerin parasını ödüyor, kurslar da mültecilere belli bir seviyeye kadar almanca öğretiyordu. tabii benim gittiğim kursun pek umrunda değildi. çeşitli odaları bozup sınıf yaptılar. üniversite öğrencilerini yarı zamanla işe alıp mültecilere almanca öğretmeye çalıstılar. görünüşte insanlar kursa gidiyorlar ama asıl faydayı kim sağlıyor? herhangi bir şikayet mekanizması yok. benim herhangi bir şikayetim dikkate alınırken, onların şikayetleri sallanıyordu. o şekilde kursları bitirdiler. kim kazandı? herhalde en kazançlı kurs çıktı. devletten parasını aldı, öğrencileri yarı zamanlı çalıştırdı, en düşük maliyetle en yüksek karını elde etti. özendiğimiz, gitmek istediğimiz ülkelerde de bunlar oluyor. hayatları ek gelir olarak görmek. filmde de işlenmiş bu, kötüler var ama her şeye rağmen iyiler de var.

mülteci olmak zor. göçmek zorunda kalmak zor. zorunda olma hali kötü... orada bir çiftle tanışmıştım, ikisi de öğretmen, çocukları için gelmişlerdi. yine fırında çalısan birisiyle tanıstım, suriye'de elektrik mühendisiymiş ama fırının temizlik görevlisiydi. ev taşımak için gelen suriyeliler, diğer göçmenleri epey kızdırıyorlar çünkü piyasayı düşürüyorlarmış. türkler, polonyalılara... polonyalılar, bulgarlara... en son gelen hep suçlanıyor piyasayı düşürdükleri için. hollanda'da seçim zamanı, hollanda'da bulunan bir türk kahvesinde röportaj yapıyorlar. türk, ırkçı wilders'a oy vereceğim diyor. sebep olarak da hollanda'ya çok fazla göçmenin geldiğini söylüyor. işleri etkileniyormuş. neresinden tutsak elimizde kalan bir düşünce. evi taşıyan suriyelilerden bir tanesi eski futbolcuymuş diğerinin de elektrik üzerine dükkanı varmış. dükkanı olanın durumu epey iyimiş ama bombardımanda apartmanı yıkılmış tamamen. gidecek yer yok. haliyle düşmüş yollara...

bir sahne vardı. sığınma talebinin reddedilme sebebi olarak halep'te savaşın olmaması minvalinde bir şey söyledi memur. o esnada da arkada halep'te çocuk hastanesinin vuruldugu haberi geçiyordu. neye göre savaş var, neye göre yok... bilinmiyor. bilinen tek şey zorluk. gitmek zorunda kalmak çok kötü. umut edenler, umudun acı yüzünü hiçbir zaman görmezler umarım.

Hiç yorum yok: