26 Ocak, 2018

Kedi


iki yıl önceydi, internette komikli kedi videosu izlerken belgeselden bir kesite denk gelmiştim. nedir ne değildir ayrıntılı bakınırken belgesel bende epey heyecan uyandırmıştı. daha sonra youtube'da istanbul cats diyerek bir arama daha yaptım ve birçok video gördüm. kediler, sürekli gözümüzün önüde oldugu için biz alıştık, hayatmızın bir parçası haline geldiler ama istanbul'a gelen turistlerin büyük ilgisini çekiyorlar. hatta wall streel journal mini bir belgesel-haber bile yapmış. altına gelen yorumlar da bir hayli ilginç ve güzel.

tekrar belgesele gelirsek... geçenlerde kedi'yi izledim. ben bu kadar profesyonel bir iş olacağını tahmin etmiyordum. çekimler çok güzel olmuş. kedileri sevmekten bağımsız film olarak iyi iş olmuş. kendi çapında yurtdışında da ses getirmiş. istanbul, derya deniz... kullanmak için o kadar çok malzeme var ki... ama nedense bu malzemelerin peşine pek düşülmüyor sanki. tabii bu biraz fikir meselesi olsa da özünde maddi bir olay. fikir olup destek bulamamak sinema sektöründe ciddi bir sorun sanırım. filmi çekecek bütçe olsa, gösterime sokacak salon lazım. ancak herhalde internetin bu kadar yaygın olmasıyla bu işlerde de değişim oluyordur. tabii bunlar tamamen şu an bende ışıldıyan fikirler, iyi bildiğim bir sektör değil; afaki konuşmalar. kedisever olarak, kendi hayatını bir yerlere tutundurabilse kedi, köpek herhangi bir hayvanın da hayatına yardımcı olacak bir insan olarak çok sevdiğim bir belgesel oldu.

25 Ocak, 2018

Yol


gece. dertler var ama üzmüyor. alışkanlık olmuş. acıtmıyor. önüne görecek kadar ışık. nereye gidiyorsun belli değil. çok da önemli değil. önemli olan gitmek.

 yol şahit kime ne, varmasam da bana kâr...

18 Ocak, 2018

Yara

 

Yaralarımız hızla iyileşsin diye kendimizi hırpalayıp duruyoruz.

Kutsal Görev


milliyetçi, muhafazakar bir ailede yetişince sizi çevreleyen kabuğu kırmak zahmetli oluyor. o kabukları fark etmek mesele, kırmaya çalışmak ayrı mesele... tabii kırınca keyifli gibi gözükse de bir zahmet daha ortaya çıkıyor. üniversiteye kapağı atınca bütün dertlerin biteceğini sanan lisesi kafası gibi... ya da gireceği bütünlenme sınavının öncesi hayatının en zor gününü yaşadığını sanan üniversiteli gibi... o kabuğı kırıp çıkıyorsunuz ama size o kabuğu inşa edenleri ki; bunlar en sevdiğiniz insanlar oluyor; aileniz, orada kalıyor. onların orada kalması hayatı yaşarken zaman zaman zahmete sebep olabiliyor.

annemle, babam geçtiğimiz gün umreye gittiler. annemin yıllardır istediği bir şeydi, babamın da son zamanlarda ekmeklilik sonrası değişen hayata bakışıyla alakalı olarak bir isteği olmuştu. tabii tüm bunlar bana uzak şeyler. burada din hakkında düşüncelerimi yazacak değilim. uzak şeyler diyerek düşüncemi belli ettim. umreye gidecekleri için haliyle ev bir hayli doldu taştı. daha önce gidenler, gitmek isteyip gidemeyenler, bunlarla beraber gelen; hikayeler, nasihatler, gönderilen selamlar... dinini yaşamaya çalışırken başka insanların hayatlarına müdahil olmayan insanları seviyorum. hem annem, hem de babam böyle insanlar oldukları için kendimi şanslı hissediyorum. umarım orada ne dua ederseler kabul olur, kendi dünyalarında ferahlık yaşarlar çünkü onlar için orası yeniden doğuş anlamı taşıyor. hacıdan, hocadan korkacaksın diyerek işin öbür tarafına girmek istemiyorum. tamamen kendi ailem üzerinden oluşan bir yazı bu. onlar için mutluyum. benim de günün birinde oralara gitmemi arzuluyorlar. bu arzunun hiçbir zaman gerçekleşmeyeceği için onlar adına da üzgünüm. onları umreye gönderirken belli bir yerden toplandılar ve otobüslerle havaalanına gittiler. o toplanma yerindeki kalabalık insanı etkileyen cinstendi. o zaman biraz duygusala bağladım. inanmadan ettiğim dualar, el açmalar... orada kendimi bir bütünün parçası gibi hissettim. annemin, babamı otobüse binişi, otobüsün hareket anı, ağlayan insanlar... yerine getirilen kutsal görev. inancımdan bağımsız gerçekten en duygu yoğun anlarımdam bir tanesiydi. insan, hangi duyguyu yaşarsa yaşasın, duyguyu içten ve yoğun yaşadıgı zaman insan oldugunu bir kez daha hatırlatıyor. hiçbir zaman unutamayacağım güzel bir geceydi. hayırlısıyla dönmeleri dileğiyle.

15 Ocak, 2018

Yaban


lisede, birinci sınıfta edebiyat hocam aldırmıştı bu kitabı. bununla beraber küçük ağa'yı da almıştım. özet çıkarıp hocaya verecektim, buna mükabil sözlü notu almış olacaktım. tabii okumadım, internet cafeden çıktıyı aldım, el yazısıyla yazdım ve hocaya verdim. kitaplar da okulun kütüphanesine kalmıştı. hazırlıkta da benzeri olmuştu. genç werther'in acıları'nı almıştım ama okumadan doğru kütüphaneye gitmişti. on dört-on beş sene önce okumak için aldığım kitabı henüz okudum. keşke o zaman okusaydım. bu arada küçük ağa'yı da hala okumadım. kısa sürede onu da okumak istiyorum. lise yıllarım çok eğlenceli geçse de kültür, sanat, müzik, edebiyat konusunda bomboş geçti. üniversiteye gittikten sonra okumaya başladım, film, müzik tarzım oluşmaya başladı. lise yılları kocaman sokak çocuklugu.

bize anlatılanlar, kazmayla, çapayla cumhuriyeti kurduğumuz... herkes birlik oldu ve milli mücadele döneminden çıktık. lisede, tarhi derslerinde anatılanlar bunlar. hele benim gibi ulusalcı, milliyetçi kırması bir ailede büyüyünce, geçmişte herkesin sevgi kelebeği olup vatan için savaştığını düşünüyorsunuz. hiç öyle olmamış tabii. kemal tahir romanları bana bunu öğretmişti. yakup kadri de tasdik yaptı.


Bir gün, uçaklar, gene aşağıya kağıt atmaya başladılar. Sanki havadan kudret helvası yağıyormuş gibi kapışan kapışana… Alan, bir süre kağıdı okumağa çalışıyor, sonra beceremeyip katlıyor, katlıyor ve bir muska gibi kuşağının içine yerleştiriyor. Bazısı gidip imamı buluyor: -Okuyuversene, bakalım ne diyor? İmam hecelemeğe başlıyor: Muhterem Anadolu ahalisi, Kemal çeteleri mahvolmuştur. Adım adım bütün şehirleri, kasabaları zaptettik. Şimdi Ankara üzerine yürüyoruz. Sakın bize karşı düşmanca harekete kalkışmayınız. Biz sizi, Halife tarafından kurtarmağa geliyoruz. -Ne diyor? Ne diyor? … Biz sizi Halife tarafından kurtarmağa geliyoruz. Ne Halifeyi, ne de Peygamberi bildikleri var. Fakat, kurtarmağa geliyoruz sözü, bilmeksizin pek hoşlarına gidiyor. Kurtarmak! Sizi, kim kurtarabilir? Sizi gökten melekler inse kurtaramaz. Çünkü, sizi evvela sizden, kendinizden kurtarmak lazımdır.

kitapta çok etkileyici kısımlar var ama alttaki üstteki kısım çok ilgimi çekti. özellikle son cümle can alıcı, "Çünkü, sizi evvela sizden, kendinizden kurtarmak lazımdır." kitabı okuyunca düşündüğüm bir şey daha var, o da, anadolu insanın hala aynı oldugu. değişen bir şey yok. hala kendilerinden kurturalması gereken insanlar... aradan geçen yıllara rağmen değişen hiçbir şey olmaması koca bir yazık. 

Kıskanmak


türk edebiyatından okudugum en güzel kitaplardan bir tanesi oldu. kötülük üzerine kurulu bir karakter ve onun çevresinden gelişen olaylar. seniha'nın içindeki duyguların günümüzde birçok insanda oldugunu düşünüyorum. belki o duygu, aile arasında olmasa da arkadaş çevresinde epey var. başkasının düştüğü müşkül durumdan haz duymak. başka başka memleketerde bu duyguyu ifade eden bir kelime bile oluyor. insanın içinde yaşattığı ama hiçbir zaman dısa vurmadıgı platonik bir duygu. ailesinin seniha'ya olan davranışlarından dolyı seniha, ağabeyinin içine düştüğü durumdan mutluluk duyuyor. bir nevi öc alıyor. hatta ağabeyinin içine düştüğü kötü durum, seniha'nın istediği gibi olmadığı için seniha bundan üzüntü bile duyuyor.

filme gelince söylenecek pek bir şey yok. olmamış. berrak tüzünataç'ın ve bora cengiz'in oyunculukları kötü. dönemin dilini iyi yansıtamamışlar. rollerin üstesinden gelinememiş. filmin sonuna kadar seniha karakterini izleyici sahipleniyor, seniha'nın aslında kötü bir insan olmasını çok geç anlıyoruz. oysa kitapta ilk sayfalarda seniha'nin kötü bir insan oldugun fark ediyoruz. bu yüzden her ne kadar kitaptan uyarlama olsa da karakterler bakımında çok alakasız bir film olmuş.

Gebzespor 1-3 Maltepespor


buz gibi hava, stat esintisi, donan ayaklar... tıklım tıklım tribünler, meşalenin sıcağı, sis bobasının kokusu... tam her sey bitti derken hatırlanan biber gazı kokusu ve yanan gözler... uzun bir aradan sonra tekrar gebze'nin maçına gittim. bu maça gitmek istiyordum çünkü lig için çok önemli bir maçtı. gebze için ne kadar önemliyse bir o kadar da maltepe için önemliydi zira maltepe yenilseydi epey geriye düşecekti ve gebze bir nevi rakipsiz kalacaktı.

klasik bir amatör küme maçı gibi başladı. yapılan pas hataları, şişirilen toplar, atananamamış yetenekli topçuların estetik hareket denemeleri... maçta pozisyon namına hiçbir şey yokken duran top imdada yetişti ve kornerden gelen golle gebzespor 1-0 öne geçti. ilk yarının son dakikasinda yine bir karambolde gebzespor yüzde yüz bir fırsattan yararlanamadı, belki de maçın kader anı oldu. maç 2-0 olsa, rakip takım iyice güçten düşebilirdi. öyle olmadı. ikinci yarı gebze kendi sahasında kapandı ve maltepe'nin atakları basladı. pozisyon olmasa da gol geliyorum diyordu. aynı kaleye, aynı köşeden kullanılan kornerle maltepe golü buldu. ilerleyen dakikalarda maltepeli 94 numaradan harika bir gol geldi. orta mı açmak istedi, şut mu çekmek istedi bilemiyorum ama gol mükemmeldi; sol çaprazdan uzak direğe muhteşem bir henry golü. bu gol zaten hem gebzespor'u hem de tribünleri bozdu. gelen üçüncü golle birlikte iyice ortam gerildi. maç boyunca tribünleri geren maltepeli kaleci, maçın bitiş düdüğü ile beraber havlusunu kaptıgı gibi soyunma odasına koştu, onun da peşinde gebzeli oğuz gitti. oğuz'un gidişiyle beraber bütün topçular maltepe'nin soyunma odası koridoruna doğru koştu. sonrasından neler olup bitti bilmiyorum. bir süre daha olayları izledikten sonra dısarı çıktım. çıkmamla beraber biber gazını hissettim. rüzgarla birlikte üstümüze doğru geldi. bazı gebzeli taraftarlar rakip takımın soyunma odasının dısa açılan kapısını zorlarken, polis müdahele etmiş. bundan dolayı biber gazından biz de nasiplendik ... iyi ki toma su sıkmadı. frikik atacak topçu gibi pozsiyon aldı toma ama müdahele etmedi. eğer bir de su sıksaydı herhalde şu an hastanede olurdum.

ezcümle gebze, büyük avantaj kaybetti. maltepe'yi motive ederek yarışa dahil etti. her seye rağmen puan tablosuna bakmadım ama sanırım gebze lider durumda ve maltepe'nin 2 puan önünde. ipler gebze'nin ellerinde. kendi durumu kendisi tayin edecek.

şu anda aklıma geldi. maç sonunda takımı soyunma odasından tribüne çağrılması güzel hareketti. bir tanesi büyük olmak üzere iki tane hatalı gol yiyen kaleciyi taraftara alkışlatmak ise maçın en güzel hareketiydi. her ne kadar biraz agresif olsalar da gebze taraftarı maç sonu alkışı hak etti.

12 Ocak, 2018

Sigara


sigaraya yeniden başlıyorum galiba. aslında hiçbir zaman tam olarak başlamadım. günlük bir,iki paket sigara içmeyi şu ana kadar hiç gerçekleştirmedim. aldıgım paket 3-4 hafta  götürüyordu beni. muhtemelen bu rutine yeniden döneceğim. kendimle ilgili merak ettiğim ise neden sigara içtiğim... çünkü lisede ya da üniversitede özenerek başlamadım. kötü hissettiğim bir dönemde ilk kez içtim. sonra devamı geldi. bir ara iyi hissettim içmedim. sonra kötü hissettim tekrar başladım... anladım ki sıkıntılı anlar da sigara içmeye başlıyorum. yine böyle bir dönemin içerisindeyim. şu ana kadar içmeler hep ufak kaldı, yine aynısı olur umarım.

10 Ocak, 2018

Teströl es lelekröl


macaristan yapımı bir film. filmekimi zamanı görüp watchliste atmıştım. o zamandan beri izlenmeyi bekliyordu. epey durağan. ama can sıkmıyor. tabii. kişiye göre değişen de bir şey bu. hafif hafif akıp giden filmleri severim... ödüllü bir film, berlin film festivalinde altın ayı ödülü almış.

aşk enterasan bir şey. bulunca intihardan vazgeçiriyor, tekrar hayata bağlıyor. durumunuz ne olusa olsun bir anda hayatınızın akışı değişiyor. bir yandan güzel bir şey ama öbür taraftan bu kadar hayata müdahil olması... ne kadar güzel bilemiyorum.

ayrıca film bana şöyle güzel bir şey dinletti.

08 Ocak, 2018

The Disaster Artist


filmi belli bir noktaya kadar sıkılarak izledim daha sonra epey içine aldı. filmle ilgili çok detay internette bulunur onları tekrara girmeye gerek yok. gerçek hikayeden uyarlanmış çok film gördüm ama içlerinden en iyisi diyebilirim. tabii son sahneyi gördükten sonra bu fikre kapıldım. filmin sonuna eklenen sahneler bana göre filmin puanını bir puan artırmış. the room'u izlemedim ama o sahneler sayesinde filmde anlatıldıgı gibi bir şey olduguna ikna oldum. eğer karşılaştırma sahneleri olmasaydı film biraz havada kalabilirdi. başlangıç kısmı biraz sıkıcı olsa da beğendiğim bir film oldu.

07 Ocak, 2018

2017'de Ne Okudum


2017 yılında kendime 35 kitap hedefi koymuştum. goodreads hesabımda da takip ediyordum neler okuduğumu. 2017 yılı sonu itibariyle 47 kitap okumuşum. benim için iyi bir sayı. toplamda 12965 sayfa ediyor. zaten kendi potansiyelimi düşünüp 35 hedefini koymuştum. goodreads hesabıma girince 2017 istatistiklerimi gördüm. neler okumuşum? en ince kitap, en kalın kitap, en yüksek oya sahip gibi kriterlerle 2017 özeti geçmişler. okudugum en ince kitap borges'in kum kitabı olmuş, en kalın kitap ise dostoyevski'nin suç ve ceza kitabı... okudugum kitapların ortalama sayfa sayısı 276; matbu olarak düşününce ince kitap sayılmaz, kalın da sayılmaz. şöyle tepeden bakınca fena değilim gibi... iyi okumuşum. aslında daha da fazla olabilirdi çünkü zamanım çoktu. 

2018 için kendime bir hedef koymadım çünkü hayatımda 6 aylık bir hayattan kopuş dönemim olacak. gerçi fırsatım olursa kitap okuma ihtimalim yüksek ama şartların oluşması lazım. genel olarak 2018 hedefim gelecek kaygısından bir nebze de uzaklaşmak ve kafa rahatlığı... kitap, müzik, film bunlar için hedef koymayı şu an için kendime lüks görüyorum. umarım her şey daha da iyi olur.

05 Ocak, 2018

Lady Bird


torrente düşünce izlemek istedim ama altyazısı hemen çevrilmedi. nihayet altyazı da düşünce oturdum izledim. merak ettiğim filmlerden bir tanesiydi. filmi izlemeden önce izleyenlerde hayal kırıklıgı yaşatmıştı. birçok kişi sanırım benim gibi büyük beklenti içine girmişti ve pek beğenmemişti. bu yüzden ben de pek beklentiye girmedim. beklentiye girmediğim için sanırım genel olarak beğendiğim bir film oldu. insanların beğenme sebebi de şu olabilir. lady bird'ün hikayesi cinsiyetten ve memleketten bağımsız birçok insanın karşılaştıgı bir hikaye. kabukları olan bir şehirde ve toplumda, sıkı kurallarla büyüdüğünüzde o kabugu ve kuralları delme ihtiyacı hissediyorsunuz. nerede yaşadıgınızın, hangi dine inandıgınızın bir önemi yok. her ülkede ve millette lady bird benzeri gençler var. filmi güzel yapan taraf da bu. lady bird'ün 18 yaşına girer girmez porno dergisi ve sigara alması, hatta bunları satın alırken 18 yaşına bastığını belirtme ihtiyacı hissetmesi, içinde olunan psikolojiyi gayet güzel anlatıyor. filmde en sevmediğim karakter call me by your name'in yıldızı timothee chalamet'in oynadıgı kyle karakteri oldu. lady bird'e söylediği yalandan ötürü değil, elde kitap o ne havalar öyle, sarma sigara içmeler... ağza şamar atmalık bir karakterdi. call me by your name'de de elinden kitap düşmezdi ama entelektüel oldugu anlaşılıyordu. bu filmde elde kitap olmamış ya da yönetmen her elde kitap olanın dolu bir insan olmadıgı güzelce vermiş. mesajı aldık greta hanım.

yüksek beklentiye girilmezse güzel film. frances ha havası normal olarak var. mistress america'yı izlemedim ama o filmin havası da var. greta gerwig'e, noah baumbach epey etki etmiş. aynı tarz filmler.

02 Ocak, 2018

Three Billboards Outside Ebbing, Missouri


enteresan bir film. kızı ölen bir anne, sürüncemde olan cinayet soruşturmasını aydınlatmaya çalışıyor. daha doğrusu anne, gerekli özenin gösterilmediğinden şikayet ediyor. tabii şikayet etmek biraz hafif kaldı burada, işin dozu epey kaçıyor.

spoiler olacak... konu itibariyle film hassas aslında. filmdeki bazı sahneler daha da hassas, rahatsız edici türden olabilir. bir sahnede anne işinin başındayken bir adam geliyor dükkana, kızına ben tecavüz ettim gibi bir şey söylüyor ve bunu zevk alarak söylüyor. vicdan azabından duyulan bir itiraf değil, amaç tamamen rahatsız etmek. bu sözlerin karşısında zaten buzdolabı olan anne, derin dondurucu oluyor bir nevi; tepkisiz kalıyor, hiçbir şey söyleyemiyor. özellikle abd yapımı filmlerde anormal sahneler görüyoruz ama bu sahne, diyaloglar sanki olmamış gibi, inandırıcılığı pek yoktu; orada en soguk insan bile tepki verir ya da hiçbir insan o sözleri söylemez. gerçi ne sahneler, ne diyaloglar oluyor. başka başka filmlerde örnekler vermeye kalksak, bahsettiğim sahne naif bile kalabilir.

filmde eksik bir şey var sanki ama ne çözemedim. -burası çok büyük spoiler. cinayeti kimin işlediğinin bulunamamasıyla alakalı değil eksik kısım. başka bir boşluk var ama ne bilmiyorum. bunun dışında genel olarak sevdiğim bir film oldu.