25 Ağustos, 2019
Rita
uzun zamandır bir diziyi bu kadar hızlı sürede izlemedim. rita, netflix yapımı danimarka menşeili bir dizi. adını başroldeki karakteri rita'dan alıyor. rita, danimarka'da bir devlet okulunda öğretmen. 2 çocuguyla beraber okulun hemen yanından hizmetli binasında kalıyor. kirası uygun oldugu için. tabii hizmetli evi deyince akla gelen ev türünden değil. bizim buralar için birçok insanın iç geçireceği türden bir ev; bahçeli, dubleks, müstakil. oralar için makul evler sanırım.
bizim türkiye'de olsa diye bir söylem vardır. genelde yurtdısı gören yurdum insanı ya da yurtdısından bahsedilen bir konunun acayipliği, bizim burada olsa şöyle olur bağlamında kullanılıyor. genelde türkiye'nin olumsuz tarafı vurgulanmak için söylenir. daha kötü bir yer görüp bizim türkiye'de olsa söyle olur diyene denk gelmedi. bu yüzden çok sevdiğim bir söylem değil. her ülkeyi, her insanı kendi içinde değerlendrimek gerekir. burada faraklı mevzularda da konusunu geçirmiştim, bir ülkede turist olarak bulunmakla o ülkenin sistemine dahil olmak baska durumlar. uzun vakit geçirlen öğrenci değişim programları bile bir ülke hakkında yeterli gözlemi vermeyebilir. tatil yorumlarından ülke hakkında imaj çıkaracak olsak, turkiye hakkında turistlerin yaptıgı yorumlar hep olumlu olmustur. oysa tükiye'de yasayan birçok insan için durum hiç öyle olmayabiliyor. turistler tarafından hoşgörü, sıcaklık, misafirperver gibi yorumlarda bulunulan anadolu insanı, kendi gençleri için kırılmaz kabuk örebiliyor. toplumsal infial yaratan olaylarda anadolu yerle bir ediliyor. beklentiler farklı.
rita'yı izlerken zaman zaman bizim burada olsa demisliğim olsa da kendimi o duyguya çok kaptırmamaya calıstım. biliyorum ki davulun sesi uzaktan hos ama her ükenin kendi iç işlerinde de yasadıgı sorunlar olabiliyor. yalnız iç geçirdiğim durum eğitim hakkında oldu. rita'nin öğretmenlik yaptıgı kurum devlet okulu. öyle bir okul bizim memlekette benim diyen özel okullarda bile olmuyor ve yıllık ücretleri absürt olabiliyor. oysa diziden gördüğümüz kadarıyla gayet kendi halinde insanların çocukları öyle bir okula gidebiliyor ve eşit haklarından faydalanabiliyor. öğretmenlerin çocuklarla ilişkisi, velilerin öğretmenler ilişkisi, derslerin işlenişi ideal olan gibi gözüküyor. türkiye'de birçok şey değiştirmek isteniyorsa. çocukların eşit haklardan faydalanması saglanması degisimin basında geliyor. tabii bunun için toplumdaki gelir adaletsizliğinin giderilmesi gerekiyor. her toplumsal olay sonrası her şeyi bası eğitim olarak görülse de, esas problemin gelir adaletsizliği oldugunu düşünüyorum. türkiye, bunun önüne geçebildiği zaman diğer konuları daha rahat halledebilecektir.
dizideki ebeveyn, çocuk ilişkileri, arkadaslıklar çok takıldıgım konular değil. bunları görüp işte medeniyet diyemiyorum. kültür önemli olgu; aile yapısı, yetistirilme şekli farklı olabilir. ancak çocukların okul eğitmi konusunda insan batı ülkelerine imreniyor. daha sonra kendi aldıgı eğitimi düşününce, neden böyle sorusuna daha rahat cevap verebiliyor.
dizinin ilk sezonu bitti. ikinci sezonun iki bölümünü izledim. zaman zaman dizide saçmalıklar olsa da genel olarak kendini keyifle izletiyor. sanırım şu anda beşinci sezon yayında. 30-40 dakikalık bölümler var. tam aradıgım türde dizi. keyifle izliyorum.
18 Ağustos, 2019
Gol #1
blog için böyle bir seri yapmaya karar verdim. haftanın maçlarında atılan gollerden bir tanesini buraya taşıyacagım.
bu hafta için iki aday gol vardı. tony kroos'un celta vigo deplasmanında attıgı gol ve gönderilmesi gündemde olan dybala'nın hazırlık maçında triestina'ya attıgı gol... seçim zor olsa da dybala'nın golü daha çok hosuma getti. ilk dokunusla beraber gelen çalım, vurus; birinci sınıf... bu yüzden gol serisinin açılışını dybla ile yapıyorum
16 Ağustos, 2019
Imperial Dreams
kısa süreli izleyecek bir şey ararken buldum. konusu ilgimi çekince izledim. hapishaneden çıkan bir babanın oğluyla beraber hayata tutunma mücadelesi. konusunu gerçek hayattan, hayatın direkt içinden alan filmleri seviyorum.
film, sundance film festivalinde izleyici özel ödülü almış. kelebekler hakkında yazarken sundance'e ufak tefek değinmiştim. kuskusuz çok önemli ödül olsa da sundance'in bir filme ödül verirken gözettiği kriterlerin tatmin etmediğini yazmıştım. sundance için filmin güzel olması kadar bir hikayeyi ya da bir şeyi o hikayeyi bilmeyen birisine ulaştırmak, anlatmak önemli. bu minvalde kelebekler'in ödül aldıgı yazılıp, çizilmişti.
filme tekrar dönecek olursak, zaman geçirmek için güzel. dünyanın birçok coğrafyasında eski hayatı geride bırakıp yeni hayata başlamak zor. tası topragı altındır diyerek gidilen, gitmek için çekilişlere katılındıgı abd'nin içinde böyle hikayeler var. kuşkusuz garip bir ülke... insanı vezir ya da rezil edebilir. orada çok iyi şartlar da sağlayabilirsiniz çok kötü bir hayatın içinde de kendinizi bulabilirsiniz.
john boyega'nın oynadıgı bambi, doğuştan şanssız bir insan. amcasıyla, gettolarda çetelerle iç içe büyümek zorunda kalan birisi... hapishaneden çıktıktan sonra oğlu day ile birlikte daha iyi bir hayat kurmaya çalısıyor. hapishanede tutku haline gelen yazarlık peşinde koşuyor.
sonu anlamsız bir şekilde bitiyor; son, izleyiciye bırakılan türden bir film de değil, sanki uutulmus, yanlıs yerden kesilmiş ya da kurgulanmıs gibi. final epey havada kalmış. genel olarak vasat film.
Seyyah Futbolcu: Lucas Ontivero
2013-2014 sezonun devre arasında 2 milyon euro'ya galatasaray'a transfer oldu. genç, gelecek vaaeden bir solaktı. henüz 19 yasında bir arjantinliydi. taraftar sever böyle topçuları. ontivero da kağıt üzerinde sevildi. mantıklı bulundu ama tabii işler pek istenilen gibi gitmedi. galatasaray'ın türkiye kupası'nda deplasmanda oynadıgı tokatspor maçı akılda kaldı sadece. o maçta etkili oynamıştı. hatırladıgım uzaktan sert bir şutu direkten dönmüştü.
durduk yere aklıma düşünce ne yapıyor simdi diye bakındım. süper lig'den sonra macaristan, slovenya, abd, şili, meksika, arjantin liglerinde oynamış. hem para kazanıp, hem ülke ülke gezmek, hem de sevdiğin işi yapmak. bir nevi futbol gezgini ontivero. son durağı şu an için malezya. malezya ligi'nde johor darul ta'zim II takımında gözüküyor. transfermakt'a göre en son istatistiği 17-18 sezonunda, meksika 2. liginde venados'ta oynarken kayıt altına alınmıs. sonrası yok.
kuşkusuz o da iyi bir futbolcu olma hayalini kurmuştur. avrupa'da önemli takımlarda kupa kaldırırken kendini hayal etmiştir ama gerçeker zaman zaman tokat oluyor insana. insan bir yerden sonra hayal ettiği gibi biri olamayacağını fark edebiliyor. şu vakte kadar olmadıysa, şu saatten sonra o insan olamam denilebiliyor. ontivero 25 yasında. genc yasına birçok ülke ve kulüp sıgdırmıs. muhtemelen artık hayal ettiği gibi bir kariyerinin olmayacağının farkındadır. bundan sonra futbol gezginliği devam eder; o lig senin, bu lig benim... güzel hayat.
Organize İşler
birçok kişinin izlediği ama benim izlemediğim kült film çoktur. bu da onlardan bir tanesi. filmden birçok replik, espri dile dolanmış günlük hayatta insanlar tarafından kullanılıyor. belki esprileri yapan insanların birçoğu, esprilerin filmden oldugunu bilmiyordur. bazılarını biliyordum ama birçok espriyi filmde görünce şaşırdım.
filmin kadrosu çok iyi. ufak tefek rollerde olan oyuncular da zamanla popülerleşmiş kendi kitlesini yaratmış. bazıları yancılıktan başrollere terfi etmiş.
film, tempolu, süresi makul kendini izlettiriyor ama hikayede ya da kurguda bir problem var gibi. bu tip filmleri izlerken çok sık aynı şeyi hissediyorum. haldur haldur film akıp gidiyor ama hikaye bütünlüğünde bir şeyler oldu bittiye getiriliyor gibi hissediyorum. kopukluk oluyor. teknik bilgim olmadıgı için sorunun ne oldugunu net ortaya koyamıyorum. ali ihsan yavuz sendromu gibi bir şey; hiçbir şey olmasa da kesinlikle bir şey oldu; bir sorun var, bir sıkıntı var filmde.
sazan sarmalı'nı izlemeden önce bu filmi izlemek istiyordum. organize işler'i çok fazla sevemedim. bazı filmleri zamanında izlemek güzel sanırım. recep ivedik filmi çıktıgından liseye gidiyordum. çok hosuma gitmişti. herhalde ilk film su anda vizyona girse ilgimi çekmez. organize işler de vizyona girdiğinden lise dönemime denk gelmiş. o zamanlar izlesem keyif alırmısım. bana hitap edermiş. ama tabii aradan yıllar geçti. neredeyse 30 oldum ve zevkler, igiler farklı evrildi. haliyle bu tip filmlerin içine giremiyorum.
14 Ağustos, 2019
Metastaz
sürekli karşıma cıkmasına dayanamayıp alıp okudugum bir kitap oldu. barış tekelioğlu ve barış pehlivan kitabın yazarları. çok fazla tatmin etmedi kitap. bu meselelere çokça kafa patlatan bu gazetecilerden daha iyi kitap çıkabilirmiş. her şeyden önce kitabın adı güzel. metastaz, kanserli hücrelerin vücuttan yayılması demekmiş. buradan hareketle ve kitabın içeriğini düşününce kitaba adı yakışmış.
çok fazla beklentimi karşılamadı kitap. sabah, mesai başlamadan önce çay, kahvaltı yaparken yarım saat haberleri takip ederek gündemden haberdar olan beyaz yakalı için yazılmış gibi. ülkenin geleceği hakkında endişeli, bir şeyler döndüğünün farkında olan insanlar için. kendimi de kısmen bu gruba dahil edebelirim artık. zira ülke gündemi, özellikle fetö, cemaatler, devletin bu konulardaki tutumları bir süreden sonra yoruyor. bu konulardaki haberleri takip etmek zorlaşıyor.
kitap, menzilcilerin sağlık alanında örgütlenmesinden baslıyor, fetö ile devam ediyor. fetö borsası, fetöcü iş adamlarının nasıl yargılamalardan kurtuldukları anlatılıyor. gülen'in ve onun yakınlarının, iş adamlarıyla ilişkisi direkt birince ağızdan, tapelerden kitapta yer buluyor.
aslında bildiğimiz, tahmin ettiğimiz şeyler zaman zaman bir kanıtla önümze sunuluyor kitapta. kitapta değinilen konular hakkında gazete, internet haberlerini okumayı seven insanlar için kitap çok fazla öğretici ya da bilgilendirici olamıyor.
13 Ağustos, 2019
La noche de 12 anos
unutursun'u dinlerken izlediğim film aklıma geldi. şarkının teması tabii farklı bir şeyi unutmak ya da unutmamak üzerine kurulu ama benim aklıma izlediğim film geldi. zaten blogu açma sebebim bu tür şeyleri unutmamak... genel olarak unutmak istenilen şeyler pek unutulamadıgı için onların geçmişte öylece kalmasından bir problem yok. sadece fazla kurcalamamak lazım.
film, üç gencin hapishane hayatını, mücadelesini, devletin faşitçce davranışını konu ediniyor. uruguay tarihi ya da bahsi geçen olay hakkından bilgim olmadıgı için o kısımlar hakkında yorum yapmam doğru değil. izledikten sonra basit google araştırmasından öte bilgim yok. zaten filmde de o kısımlar pek verilmiyor. önemli olan belki de o değil, ne olursa olsun yapılan insanlık dışı müdahaleler, buna rağmen haktan vazgeçmemek, direnmek, hayal kurmak...
uruguay'da üç muhalif, çeşitli sebeplerden dolayı mahkum ediliyor. askerin yönetimi ele geçirmesiyle beraber mahkumiyet zamanla esarete dönüşüyor. yapılan işkencelerle üç insan hayattan koparılıp baska bir canlı hüviyetine sokuluyor. yeme, içme, tuvalet gibi temel gereksinimler bile onlar için zaman zaman lüks sayılabiliyor. onları hayatta tutan bazen görüştükleri aileleri, bazen düşünceleri, bazen gördükleri bir ışık, duydukları bir ses... en ufak kıpırtı onları hayata bağlıyor. ve günün birinde ne tarafta olduklarını bile bilmedikleri seçim sonucunu radyodan duyuyorlar. dünyadan kopuk hayat yaşıyorlar. neden yapıldıgını bilmedikleri seçimle beraber ülkeye demokrasi geliyor ve mahkumlar serbest kalıyor. yıllarca süre gelen mahkumiyet ve işkence son buluyor.
filmde birçok kişinin mahkum oldugunu görsek de üç kişinin hikayesi üzerinde duruluyor. bu üç kişi zamanla ülkenin önemli konumuna geliyorlar; birisi yazar, birisi savunma bakanı, diğeri başkan oluyor. vosvosyula meşhur olan uruguay baskanı filmde anlatılan üç kişiden birisi.
bu insanların yaşadıkları işkence hayatından sonra geldikleri nokta inanılmaz. hak, kazanım kolay olmuyor. mücadele etmeden, zorluk çekmeden hiç olmuyor. tabii filmdeki gibi mücadeleyi hayal bile edemiyorum. hayallerimin ötesinde bir mücadele.
12 Ağustos, 2019
Grans
grans, türkçesi sınır. isveç, danirmarka yapımı ali abbasi filmi. filmi izlemeden önce isminden ötürü göçmenlerle alakalı zannettim ama tabii izlemeye başladıktan sonra alakası filmin göçmenlerle alakası olmadıgı anlasılıyor. daha sonra ali abbasi ile yapılan röportajı okudugumda, göçmen meselesinin kendi içinde ciddiye alınması gerektiğini ve trol hikayesi üzerinden anlatmayacağını söylemiş. güzel düşünce. göçmen meselesi günümüzde büyük problem, her konuda daha ciddi çalışmaları hak ediyor.
güvenlik görevlisi tina'nın farklı bir dış görünüşü var. bu durumu kabullenip ona göre hayatını yaşıyor. tina görünüm olarak insan olsa da aslında bir trol. insanlar tarafından yetiştirildiği için ona göre alışkanlıkları ve hayatı şekilleniyor. trol olmasından dolayı olağanüstü koku alma duyusu var. insanların kokusundan onların suç işleyip işlemediğini fark edebiliyor. bu da onu işinde başarılı bir görevli yapıyor.
tina'nın vore ile karşılaşması ve tanışması akabinde gelişen dostlukları, tina'yı daha eğlenceli bir hayatın içine çekiyor. trol olan bedenini ve kimliğini keşfediyor. kendisinde anormallik olmadıgını fark ediyor; doğasını keşfediyor. ona göre yaşamaya başlıyor. ama burada bir kırılma var. vore, insanlıga düşman bir canlı; insanlardan, insanların yaptıklarından nefret ediyor. bunu tina'ya söylediğinde de tina, iyi insanların olabildiğini, hepsinin kötü olmadıgı söylüyor. kırılma noktası burada. tina için mutlak iyi ya da kötü yok. bazı insanların trollere olan davranışlarından tüm insanlıgın kötü olması gibi anlam çıkarmıyor. tina için komşusu olan aile son derece iyi, yardımsever insanlar. ancak vore için durum tam tersi, insanlar mutlak olarak kötüdür. iyileri yoktur. cezalandırılmayı hak ediyorlar. belki de tina, vore'in bu düşüncesinden dolayı ona karşı soğumus olabilir.
film genel olarak vasat bulsam da sevdiğim film oldu. çok fazla fantezi türü sevmemem filme karşı bakısımı etkiliyor olabilir.
04 Ağustos, 2019
Taksim Hold'em
michaeld önder filmin yönetmeni. ilk uzun metrajlı filmi oldugu söyleniyor. film eleştirilerinde adını epey gördüm. bayagı övülüyor. kendisinde gelecek görülüyormus.
taksim hold'em'de gezi parkı protestoları zamanında bir evde geçenler anlatıyor. tek mekan filmi. dısarıda eylemler devam ederken, otuzlu yaslarında dört arkadaş evde toplanıp poker oynamak istiyor. tabii gezi parkı desem de filmde gezi parkı ile alakalı bir şey söylenmiyor. protestonun neden var oldugu, neden insanların sokakta olduguna dair bir şey söylenmiyor. bu yüzde filme gezi parkı hakkında yapılmış bir film olarak bakmamak lazım. ama tabii bazı diyaloglardan olayın gezi protestoları oldugu anlasılıyor.
film hakkında okudugum yazılarda ekseriyetle herkes odun karakteriyle kendini özdeşleştiriyor. ama birçok insanın altan gibi oldugunu düşünüyorum. en azından gezi parkı olaylarında dısarıda olan birçok insan altan gibiydi. sürekli tweet atma hali, olayları bağlamından ve gerçekliğinden koparıp manasız genellemeler yaparak insanları yargılamalar, bazı insanların ortam peşinde olmaları, goygoy, muhabbet, hayalin ötesine giden ütopyalar... olayların içindeyken böyle düşünmek tabii normal. protestoların üzerinden 6 sene geçtikten sonra, olayların soğumasıyla daha odun gibi düşünen insanları da anlayabiliyorum.
türkiye'de bu tip toplumsal olaylarda en büyük problem altan gibi karakterler... heyecanlı ama korkak, değişimi istiyor ama değiştirmek istemiyor. gencim ve geleceğim elimden alınıyor, başkasının tahakkümlerinde yasıyorum, hukuksuzluk var, düzene karsı gelelim, harekete geçelim diyerek galeyan yaratırlar ama olan rafi gibilere olur. işinden istifa ettiğiyle kalır, harekete geçer sokağa çıkar ama kendini gözaltında bulur. altan gibiler sürekli şikayet ederek yaşamaktan, sosyal medyada ortalıgı harlamaktan başka bir halta yaramazlar. türkiye'nin en parazit insanları. filmde de sürekli şikayet eden, düzene karşı gelen, bağıran, slogan atan, ortalıgı velveleye veren altan olmasına rağmen mantıklı hiçbir aksiyon almayan yine altan. bu tip altanlar o kadar çok ki toplumda, bu yüzden her şey slogandan ibaret kalıyor. sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla sesleri daha çok çıkıyor, gürültüleri duyuluyor ama silüetleri bile ortalıkta gözükmüyor. gözükse bile hafif bir bulutla, iki yudum suda eriyen pamuk şeker gibi altanlar bir anda yok oluyor.
bazı diyaloglar havada kalsa da, senaryo vasat olsa da sevdim filmi. ilk uzun metraj, bağımsız sinemadan çıkabildiği kadar güzel bir şey ortaya çıkmış. türkiye'de toplumsal bir olaydan, özellikle eğitimli denilen kişilerin katıldıgı toplumsal olaylardan bir şey çıkmayacağı güzelce, hiçbir düşünce biçimini yargılanmadan güzelce ortaya koyulmuş.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)