31 Aralık, 2018

2018'de Ne Dinledim



yılın yarısında askerlik münasebetiyle bir şey dinleyemedim aslında. genel olarak bakınca iyi bir liste oldugu da söylenemez. spotfiy, bazı şarkıları birkaç sefer dinlememe rağmen listeye almış. zoraki bir liste olmuş sanırım. birinci sırada geçen senenin birinci şarkısı var. geçtiğimiz sene epey dinlesem de bu sene pek dinlememiştim aslında. yine de seviyorum böyle listeleri. seneye şöyle bir gözetlemek güzel oluyor.

30 Aralık, 2018

Roma

 

beğenenen, beğenmeyen. bu ne şimdi diyen, hayatımın filmi bastım 10'u diyenleri okudum sürekli. epey merak ediyordum ama izlemeye fırsatım olmuyordu. aslında vakit yaratıyordum ama o vakit bu aralar kitap okumaya gidiyor. bu yüzden filmi izlemeyi sürekli erteledim. film, hem twitter'da hem de ekşi sözlük'te insanları ikiye ayırmış; gri alanı yok gibi duruyor. bu kadar kutup yaratacak bir film mi bilemedim.

alfonso cuaron, filmi tek başına üretmiş neredeyse; yönetmeni, senaristi, görüntü yönetmeni... hikayede kendi hikayesi. belki de bunun için filmde her şeye el atmış. film sevilir sevilmez ayrı ama müthiş titizlikle yapılmış. filmi sevdim ama hayatımın filmleri arasına girecek kadar değil. bununlar beraber kötü, vasat demek de bu filme hakarettir. zevkle oturdum izledim. siyah beyaz filmlerden epey sıkılan ben, hele hele bu film eski değil de yeni bir yapımsa filme adapte olamıyorum. izlerken zorlanıyorum. bu filmde öyle olmadı. harika sahneler var. mobilyacıda geçen sahne; öğrencilerin protestosu, doğum sahnesi; oradaki oyuncuların hastane çalışanlar olması, çocuklarla birlikte gidilen deniz; iki çocugun hayatını kurtaran cleo'nun bebeğini düşünüp ağlaması... mükemmeldi.

alfonso cuaron'un izlediğim üçüncü filmi. children of men, gravity ve roma, sıralama yapacak olsam children of men>roma>gravity olur herhalde. roma'yı bir daha izlesem belki birinci sıraya da gelebilir. çok keyif aldım aslında ama bir şey de eksik gibi kaldı. eksik kalan ne onu bilemiyorum.

25 Aralık, 2018

Bedel


olayları ya da durumları, dramatize veya romantize etmeyi sevmem. oldugu kadar gerçekçi bir insanım ama şu fotoğrafı görünce epey üzüldüm. olay üzerinden biraz geçti, sıcaklıgını kaybetti sayılır ama metin akpınar'ın bakışı fazlasıyla hüzün veriyor. 77 yaşındaymış. bu yaşında sessizce yerinde durabilirdi, kendi halinde yaşayabilirdi ama sesini çıkardı. o ses ihtiyaçtan çıkan bir ses. çocugun yeni yeni anlamsız heceler çıkarması gibi. susturmak mümkün değil. çocuktan çıkan anlamsız heceler onun doğal halidir. o seslerin çıkmasını engelleyemezsiniz. metin akpınar da konuşma ihtiyacı hissetti. düşündükleri, söyledikleri engellenecek bir ses değildi. her dönemin bedel ödeyenleri var. metin akpınar da maalesef payını almış. allah sağlıklı, huzurlu ömür versin.

21 Aralık, 2018

Dogman


dogman, bir matteo garrano filmi. filmin başrolünde de marcello fonte var. cannes'de en iyi erkek oyuncu ödülü almış. sonuna kadar hak edilmiş bir ödül. muhteşem performans.

marcello, italya'da küçük bir kasabada köpek bakım işleriyle uğraşan bir insan. ufak bir dükkanı var, dükkanında köpeklere bakım yapıyor. eşinden ayrı. eşiyle beraber yaşayan bir de kızı var. kııyla olan ilişkisi çok güzel. imrenilecek bir ilişki. beraber tatile gitmeyi, dalış yapmayı seviyorlar. marcello'nun çevre dükkanlarındaki arkadaşlarıyla da ilişkisi iyi. saygınlıgı var ama görünüşünden kaynaklı zayıflıgı da var. saf değil lakin görünüşünden dolayı onu ezmeye çalışanlar da var. marcello, illegal işlere de giriyor. görünüş itibariyle zayıf bir insan, zayıflıgını da biçare kullandırıyor. uyuşturucu kullanıyor, temin ediyor, zoraki de olsa hırsızlığa yardım ediyor. uyuşturucu ve hırsızlık yanyana gelince bir insanı yeteri kadar kötü yapıyor ama marcello, arkadaşlarının soydugu evde; kendisi de buna yardımcı oluyor, çok ses çıkardıgından susması için buzluğa atılan köpeğe geri dönüp yardım ediyor, köpeğin hayatını kurtartıyor. hırsızlık da yapıyor, hayvanlara karşı merhamet de gösteriyor. çokça, özündeki iyi insana kendisini bürüyen zayıflık yeniliyor.

alt metinle ilgili yazılan, çizilenler var. film görünüşte sert, büyük bir köpeğin havlaması, hırlamasıyla başlıyor. böyle sert bir köpeğin tüm kontrolü marcello'da. onu yıkıyor, temizliyor ve sonunda köpek gayet uysal bir şekilde hareket ediyor. hayatta da marcello biraz böyle. insanları, özellikle simon'a köpeklere davrandıgı gibi davranıyor. sakin, şefkatli, dost canlısı... ama hayatta bu işe yaramıyor. sert, dişlerini gösteren, anlayışsız insanlara nazik davranmak nuri bilge ceylan'ın memleket için söylediği sözleri hatırlatıyor. "Bizim halk zayıflığı sevmiyor. Bir ortamda mütevazı olmaya kalkarsanız saygı hemen azalmaya başlar, hissedersiniz." zayıf  marcello en sert köpekleri bile idare edebiliyor. ama insanın dünyasında zayıflık acziyet oluyor. marcello aslında hırsızlık yapmak istemiyordu, evine gidip köpeğini beslemesi gerektiğini söyledi ama hırsızlık yapmak zorunda kaldı. soygunu yapmak istemedi ama yapmak zorunda kaldı. marcello'nun zayıflıgı simon karşısında, yani hayatın karşısında eziliyor.

genel olarak begendiğim film oldu. marcello fonte'nin oyunculugu harikaydı. matteo garrano muhteşem çekmiş. senaryoda ve hikayde biraz eksiklikler olsa da izlemesi keyifli güzel bir film olmuş.

13 Aralık, 2018

2001: A Space Odyssey


kült bir film izlerken bu kadar sıkılacağımı hiç düşünmezdim. daha önce de çok meşhur, kült olmasına rağmen izlerken sıkıldıgım filmler oldu ama 2001'i izlerken bambaşka bir boyuta geçtim. daha önce izlediğim kubrick filmlerini çok sevmiştim. favori yönetmenim olmasa da kubrick'i seviyorum ama 2001 boğdu beni. uzayın boşluğunu komple göğsümün içine doldurdular sanki.

filmi bitirdikten sonra, hemen yazılanları okumaya başladım ve yalnız olmadıgımı anladım. yapıldıgı yılın ötesinde oldugu kesin ama günümüzde izleyince içine girilemiyor sanırım. genel olarak bilimkurgu sevmemezlik gibi durumum olunca, filmi hiç sevemedim.

evrim, yapay zeka, bilimin ileride geleceği noktanın anlatılması, filmin yapıldıgı dönem itibariyle kubrick'in ne derece acayip bir adam oldugunun göstergesi. yapay zekanın triplere girip kontrolden çıkması, son yıllarda sıkça revaçta olan konu. daha önce kitaplarda, filmlerde türünün az örneği olan konular, bugün birçok insanın dilinde. yapay zekanın insanların elinden alacağı meslekler, yapay zekanın getireceği yeni fırsatlar... yazılan tezler, kitaplar, hikayeler. bu taraftan bakınca kuşkusuz bambaşka kafalar tarafından üretilmiş bir film. ama ben 2018 yılında sıkıldım o ayrı tabii...

09 Aralık, 2018

The Departed


filmi iki hafta önce izledim sanırım ama film hakkında bir şey yazamadım. merak ediyordum. uzun zamandır erteliyordum. izleyeyim artık dedim ama hüsran oldu tabii. belki de puanından dolayı beklentimi fazla yüksekldi. bilemiyorum. benzer temada daha iyileri var. neden bu kadar yüksek oy almış onu da pek anlamadım.

 imdb top 250 filmlerini izlemeye çalışıyorum. filmin bana en büyük katkısı listeden bir filmin daha eksilmesi oldu. film kesinlikle kötü değil ama o puanı hak edecek kadar iyi de değil. leonardo'yu severim. güzel, yakısıklı insan, iyi de oyuncu ama the departed bütün olarak çok da fazla tatmin etmedi.

06 Aralık, 2018

Sakıncalı Piyade


evde birçok uğur mumcu kitabı var. zamanında babam, uğur mumcu hayatını kaybettikten sonra sonra set halinde almış. tabii hiçbir tanesini baştan sonra okumamış. bazı kitapların içinde bir sayfa kıvırılmış. evde benden başka kitap okuyan olmadığı için muhtemelen alınca bir heves okumuş babam, kaldıgı sayfayı köşesinden kıvırmış, sonra devam etmeyip rafa kaldırmış. tabii evdeki bu kitapların hepsi bana kaldı. zaman zaman okuyorum. genel olarak bu kitapları okuma konusunda tembelim. gözüm başka kitaplarda oluyor.

sakıncalı piyade'yi oblomov'u okurken ince olmasından mütevellit araya sıkışıtrdım. uğur mumcu'nun cezaevi ve askerlik anılarından olusuyor. kendisi yedek subay olarak askerlik yaparken devrimci düşüncelerinden, devlete karşı komünizm tehlikesinden, fikir suçundan yargılanıyor. cezaevine girdiğinde üzerinde asteğmen üniforması var. daha sonra tahliye oluyor. süreç sonunda sakıncalı piyade olarak askerliğini er olarak ağrı'da tamamlıyor. askerlik sonrasında da bu kitabı yazıyor.

uğur mumcu zamanın aydın insanı. gerçek bir aydın. insanın cezaevine gireceğini bile bile düşüncelerinden taviz vermemesi ve inandıgı düşüncenin üzerine gitmesi onurlu davranış. bu aslında normal, olması gereken bir durum ama futboldaki basit oynamanın zor olması gibi bir durum aynı zamanda. gerçekleri söylemek her dönem birilerini kızdırıyor.

12 mart dönemlerini anlamak için güzel kitap. akıcı üslup, ciddi acılardan çıkarılmaya çalışılan trajikomediler. sudan sebeplerle cezaevine gönderilen insanlar. sanırım memleket her dönem aynı. her dönem egemenler bastırıyor ezilenler ses çıkaramıyor. çıkaranların ömürlerinde de yaşadıkları dramlar çok ağır basıyor.

Emekli Albay Mehmet Arkış, Deniz Gezmiş ile birlikte yargılanan Osman Arkışın babasıydı. Ali Elverdi başkanlığındaki Sıkıyönetim Mahkemesi, Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan ile birlikte, Osman Arkış’ı da ölüm cezasına çarptırmıştı.
Mehmet Arkış, karardan sonra, oğlu Osman Arkış’ı, Mamak Cezaevinde ziyaret ederek, oğluna yüreklendirici birkaç söz söyler. Üsteğmen Burhan Poturna hemen, ölüm cezasına çarpıtılan oğluyla birkaç kelime konuşan baba Mehmet Arkış’ı, sıkıyönetim savcılığına ihbar eder.
Tanık kim olacak? Poturna, bunun da çaresini düşünür. Cezaevinde görevli erleri tanık gösterir. İddiaya göre Mehmet Arkış’ın suçu, Silahlı Kuvetlere hakaret ve 12 Mart Muhtırasına küfür etmek. Mehmet Arkış, Ali Elverdi’nin başkanlığındaki mahkemece tutuklanır.
Duruşmaya tanıklar çağırılır. Tanık erler, bir türlü “Muhtıra” sözcüğünü kullanamazlar. Muhtıra yerine çoğu kez “Muhtar” derler. Duruşma yargıcı, tanık erlerden birine sorar:
- Sen duymuşsun, bu sanık, neye küfretti?
- Muhtara komutanım.
- Hangi Muhtara?
- Bizim muhtara.
Mehmet Arkış’ın 12 Mart Muhtırasına küfür ettiği, işte böyle inanılır tanıklarla kanıtlanmış oluyordu…

04 Aralık, 2018

Güneşli Pazartesiler #1


böyle bir seri yapmak istiyordum uzun zamandır. serinin ismini güneşli pazartesiler koymuştum aklımda. ancak şarkıları paylaşmak pazartesi değil, haftanın diğer günleri aklıma geliyordu ve erteliyordum. aslında yine pazartesiyi kaçırdım ama olsun paylaşıyorum ilk şarkıyı. bundan sonra muntazam devam eder umarım...

şarkıya gelince, neden ilk şarkı bu oldu bilmiyorum. çok çok özel değil. haftalık keşifte görünce açıp dinledim. bir de yakın zamanda kelebekler'i izlemiştim. orada değil ama tolga karaçelik'in diğer filmi sarmaşık'ta vardı bu şarkı. şarkının oldugu sahne filmin belki de en güzel sahnesiydi. bir de askerdeyken garip şekilde dilime dolanmıştı. bu yüzden ilk şarkı deniz üstü köpürür olmasını istedim.