30 Kasım, 2018

Kelebekler


senenin merak ettiğim yapımlarındandı. izlemek istiyordum. çok önemli bir ödül alınca merakım daha da artmıştı. tolga karaçelik'in sarmaşık filmini izlemiştim. çok begenmiştim. biraz o filmin bana doğal referans olmasından dolayı bu filmi de seveceğimi düşünmüştüm ama öyle olmadı.anneleri vefat etmiş, babalarından ayrı, birbirinden de ayrı üç kardeşin hikayesi anlatılıyor filmde. baba, en büyük çocuguna kardeşlerini toparlayıp hemen köye gelmesini istiyor. kardeşler de babanın bu isteğine uyarak ne oldugunu bile bilmeden hep beraber arabayla köye doğru yola çıkıyorlar. ucundan kıyısından yol filmi tadı da var.

filmi sevmedim. çünkü bana fazla zorlama geldi. sevmeme sebebim senaryodan kaynaklı. köydeki diyaloglar, cenaze fazlasıyla zorlama ve gerçek dışı. elbette bu bir komedi filmi, olayın ve durumun içinde abartı olacak ama bu abartının gerçekle olan çizgisi önemli olmalı. o çizgiyi geçince gerçeklikten kopuş oluyor.

filmden sonra okudugum yorumlarda epey beğenen oldugunu gördüm. youtube'da filmle ilgili değerlendirme videolarını izledim. filmin aldıgı sundance ödülü ile ilgili bir konu dikkatimi çekti. ödülü daha önce duymuştum ama neden verildiği, ne tür filmlere verildiği, ödülle amaçlanan nedir gibi soruların cevaplarını bilmiyordum. kültür bakanlıgı'ndan destek bulamayan film, yüzlerce film arasından sıyırılıp prestijli bir ödül alıyordu. bu durum bende merak uyandırdı. filmle ilgili ilker canıklıgil'in videosu izledim. beğendiğini söylüyor filmi. neden ödül aldıgını da sundance'in ne oldugunu söylerek açıklamaya çalısıyor. videoda değindiği bir nokta var. bağımsız sinemayı bir nevi desteklemek için bu ödül veriliyor. farklı kültürleri tanıtmak gibi kendi içinde de misyonu var ödülün. bu yüzden filmde farklı bir kültür, güzel bir üslupla anlatıldıgı için ödül aldı muhtemelen. benim için sorun tam olarak burada. abd'de yaşayan bir insan olsam bu film çok hosuma giderdi. çünkü türkiye'deki kırsal hayatla, aile ilişkileriyle, kültürle alakalı çok fazla bilgim olmazdı. her şeyi filmde anlatıldıgı gibi oldugunu düşünürdüm. ama türkiye'de yaşadıgım ve türk oldugum için filmde anlatılan olayların öyle olmadıgını düşünüyorum. örneğin cenaze merasimi fazlasıyla abd tadında. defin edilen kişinin mezarda kalması, hocanın aydınlanma yaşaması, kaçması ve cemaatin hocayı kovalaması, cenaze sahiplerinin ve cenazenin ortada kalması; bunlar mümkün olmayan olaylar. abartı sınırının fazlasıyla geçildiği noktalar.  bununla beraber cenazeden bir gün önce üç kardeşin toplanıp rakı içmesi, köyde evin avlusunda bağıra bağıra şarkı söylemeleri de olacak işler değil. tabii bir insan dilediğini yapar. böyle bir olay yaşanması kişinin kendi özgürlüğü. ama ortada bir kültür anlatımı varsa ki, ödülü alma sebebi olarak gösterilen sebeplerden bir tanesi bu durum, böyle bir kültür türkiye'de yok. bu yüzden bazı sahneler zorlama geldi. bartu küçükçağlayan'ın oynadıgı kenan karaterinin suratında tavuk patlıyor ve adam tüm gün yüzünde kanla geziyor. bir kişi de çıkıp yüzünü yıka demiyor. akşam çıkıyor, gece geliyor yüzünde hala kan... tüm bunlar filmden aldıgım tadı düşürüyor. final sahnesi ayrı bir hikaye... filmin hikayesi ağır dram içeriyor ama aynı zamanda da yoğun komedi var. film yoğun dramdan çıkarılıp daha makul bir şekilde bağlanmaya çalışmış ama o da pek olmamış gibi...

çekimler, görüntüler çok iyi, hikaye de güzel ama senaryo maalesef zayif kalmış. tabii bu kültürü sundance nereden bilsin? çekim harika, kurgu güzel, kültüre hakim olmayan biri için senaryo da güzel, oyunculuklar iyi haliyle ödül almamak için bir sebep yok.

28 Kasım, 2018

The Lion King


aslan kral. ormanların kralı. film bittikten sonra eksi'de bir şeyler okuyayım dedim, neredeyse herkesin sinemada izlediği ilk film özelliğini taşıyor. haliyle düzgün bir şeyler okuyamadım orada. daha önce filme birçok kez maruz kaldım ama baştan sona oturup izlememiştim. geçenlerde twitter'da 2019 yazında remarke edilmiş haliyle gösterileceğini görünce izlemek istedim. bir de süresi çok kısa. dizi uzunlugu kadar. kısa bir vakit ayırıp izledim.

animasyon pek sevmiyorum. en iyileri bile beni sıkıyor. bu yüzden çok fazla izlemiyorum. kült olan yapımları izlemeye çalısıyorum. the lion king bu işin nirvanası sanırım. çok popüler. popüler olması sebebi animasyonun güzel olması kadar insanların filmle olan hikayesiyle de ilintili. birçok kişinin çocuklugunda izlediği bir animasyon. bu yüzden duygusal bir tarafı var.

teknik, senaryo hakkında yorum yapacak değilim. izlemesi gayet keyifli. kedigillere olan sempatimden ötürü sevdim diyebilirim. remarke halini şimdiden çok merak ediyorum. ancak şu da var; eğer süresi uzun olsaydı muhtemelen sıkılırdım. bana göre süresi harika. fazla uzatmadan bitti. keşke her animasyonun süresi böyle olsa. çok daha rahat izlerdim.

26 Kasım, 2018

Gebzespor 3-1 Silivrispor


güzel, güneşli sayılabilecek çok da sıcak olmayan bir havada stadın yolunu tuttum. gebzespor'un teknik direktörü değişmiş. maç oynanırken farkına vardım. takım, sezonun ilk yarısı bitmeden üçüncü teknik direktörü aleattin çiçek ile yoluna devam ediyor. rakip silivrispor. iki takımın ligdeki konumunda ötürü mutlaka kazanılması gereken maç. gerekiz kaybedilen puanlar sonucunda gebzespor ligin dibine doğru gitti. bereket son iki sıradaki takımların durumu gerçekten kötü. o takımlar biraz derli toplu olsa küme düşmek gebzespor için büyük tehlike olabilirdi.

teknik direktör değişikliği takımı etkilemiş gibiydi. önceki teknik direktör ziya inday ve turgay keleş'i beraber oynatıyordu. turgay keleş, ziya inday'ın arkasında oynamaya çabalıyordu. çabalıyordu diyorum çünkü oyuncunun pozisyonu santrafor ama forvet arkası gibi oynuyordu. buna rağmen elinden geldiğince oynuyordu. emre fırtına ile beraber takımdaki en sevdiğim isimlerden biri tugay keleş. maçı izlerken elinden geleni yaptıgını görebiliyordum. yaşına rağmen fiziği gelişmiş. güçlü, kuvvetli. ayağı da düzgün. tek sıkıntısı çabukluk. biraz da hız problemi var. bunlar gelişir mi çok emin değilim.

maça gebzespor iyi başladı. yeni teknik sorumlu aleattin çiçek, ideal 11 sayılabilecek kadroyla maça başladı. ilk yarıda saruhan'ın ortasında oğuz basaran ceza sahasında topa gelişine vurdu ve kalecinin de biraz hatasıyla durumu 1-0 yaptı. ikinci yarıda silivrispor'un kendi kalesine attıgı golle durum 2-0 'a geldi. turgay keleş ise harika golle durumu 3-0 yaptı. bu skordan sonra takım biraz rehavete kapıldı. tribünlerin de kuşkusuz bunda payı olmuştur. çünkü sahada oynayan takımı desteklemekten çok deplasman tribünündeki bir otobüs silivri taraftarı aleyhine tezahürat yaptılar. sürekli kendilerince onlarla dalga geçtiler. karşı taraftan en ufak bir hareket olmamasına rağmen deplasman tribününe yönelik küfürlü, alaylı tezahüratlar bitmedi. açıkçası canımı sıkmadı değil. tribün güzel olay ama bu şekilde değil. neredeyse yarım saat sahadaki takımı bırakıp rakibe yönelik tezahüratın tribün yapmak oldugunu düşünmüyorum.

bu galibiyetle gebzespor biraz nefes aldı. puan tablosunu net hatırlamıyorum ama galibiyete rağmen sliviri'yi altına alamadı, sıralaması değişmedi gebzespor'un. haftayı bay geçtikten sonra velimeşe deplasmanına gidiliyor. zor deplasman. bu yüzden silivri maçından alınan üç puan çok önemliydi.

Big Night


1996 abd yapımı film. italya'dan abd'ye göçen primo ve secondo isimli iki kardeşin hikayesi. abd'ye göçen iki kardeş abd'de italyan restoranı açıyorlar. amaçları gerçek italyan mutfagını kaliteli, düzgün bir şekilde amerikalılar ile tanıştırmak. ama işler umdukları gibi gitmiyor. secondo'nun kendi bildiğinden taviz vermemesi, kardeşi primo'nun ticari düşünmeye başlaması iki kardeşin çatışmasına dönüşüyor. ağabey ile kardeşin yaşadıkları çatışma da bu tip ortak işlere girenlerin yaşadıgı türden; farklılıklar zaman zaman içinde çıkılmaz problemlere dönüşebiliyor. sanırım önemli olan bu noktada bir tarafın taviz vermesi. yoksa işle olan ilgili problem daha da büyüyüp dallanıyor.

izlemesi keyifli, iştah açıcı bir film. abd yapımı olsa da karakterlerin italyan olması, dilin zaman zaman italyancaya dönmesi, italyan mutfagı olması filmi bir yerde italyan da yapıyor.

20 Kasım, 2018

Şehir


bir şiir vardı diyordum kendi kendime... zamanında okumuştum ama aklımdan gitmiş. sadece şiirin şehirle ve gitmekle alakalı oldugunu hatırlıyordum. ne bir dize ne de bir cümle aklımda... geçtiğimiz haftalarda biraz bakındım ama bulamadım. hani kaybedilen bir eşyayı, alakasız bir anda bulursunuz ya, şu an öyle oldu. okudugum kitapta şiirden alıntıya denk geldim. kavafis'in şehir şiiri. harika!

bir başka ülkeye, bir başka denize giderim, dedin
bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.

yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
bu şehir arkandan gelecektir.
sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
başka bir şey umma-
ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de

Yol


hayal mayal izlediğimi hatırlıyordum. filmi izlemeye başlayınca bazı sahneleri gördüğümü anımsadım ama ne zaman izlediğim konusunda hiçbir fikrim yok. geçenlerde ünlü yönetmenlerin en sevdiği filmler isimli bir liste gördüm. ilgimi çeker böyle listeler, merak edip incelerim. orada da birçok ismin favori filmlerden bir tanesi olarak dikkatimi çekti yol. elbette filmin varlıgından o listeyle haberdar olmadım. film izlemeyi seven birçok insan, izlemese de yol filmini duymuştur. hakkında iyi kötü bir şey biliyordur. benim durumum da bundan halliceydi. yasaklı bir film, ödül aldı, yılmaz güney çekim sırasında hapishanedeydi vs.

film, yılmaz güney ile bilinse de yönetmeni şerif gören. bu konuda da zaman zaman tartışmalar olabiliyor. bir film kime aittir, kimle bilinir? yönetmen mi, senarist mi ön plana çıkar. bu tartışmalardan bağımsız ikisnin de emeği bir hayli fazla... cezaevinde bulunup böyle bir senaryo yazmak, senaryonun ve filmin nasıl olacağının yönetmene aktarılması, yönetmenin yılmaz güney isminin altında kalmadan hem maddi hem de coğrafi zorluklarla bu filmi çekmesi büyük işler. tüm bu zorluklardan çıkan yol, 1982 yılında cannes'da en iyi ödül filmini alıyor. kurgusunu hapishaneden yurtdışına firar eden yılmaz güney yapıyor. film uzun süre türkiye'de gösterime girmiyor. yasaklanıyor. neden yasak oldugunu dönem şartlarından anlayabiliyorum. diyarbakır ekrana geldiğinde büyük puntoyla ekranda kürdistan yazması, bugün çekilmiş bir filmde olsa yine tepki görecektir. nitekim tüm yasaklara rağmen film 1999 senesinde yılmaz güney'in eşinin çabalarıyla türkiye'de de gösterime giriyor.

yol, beş mahkumun hikayesini anlatıyor. en vurucu seyit'in hikayesi olsa da salih'in hikayesi beni daha fazla etkiledi. özellikle hasta yatagadında arkadaşını ziyeret ettiği sahnedeki diyaloglar film boyunca beni en çok etkileyen kısımdı. insan yalan söylüyor. başkalarına da söylüyor kendine de söylüyor. işin daha kötüsü bu yalanların zamanla gerçeğe dönüşmeye başlaması. salih, kayınbiraderinin ölümünde suçunun olmadına kendini ikna etmiş. bu yalana inanmış. arkadaşı diyor, savcıya, hakime yalan söylüyorsun, peki ama bana neden yalan söylüyorsun? ne hakimim, ne yargıcım... insanın çevresinde böyle yargısız, infazsız olayları oldugu gibi kabul eden insan bulunması büyük nimet. genelde hikaye öyle olmaz çünkü. yargılamalar, serzenişler, öğütler bolca olur. oysa insanın ihtiyacı sadece yargılamayan bir insan. olayları oldugu gibi kabul eden, dinleyen.

filmde tüm karakterler dönemin toplumun içinde bulundugu çarpıklığı, cehaleti gösteriyor. ahlak bekçileri filmde anlatılan her hikayede var. trende yolcular, seyit'in karısının ailesi, mevlüt ve sevdiği kadının peşine takılan kadınlar... toplumun ahlak bekçileri. her zaman her ortamdan her anda var olan ahlak sorumluları. yok olmuş değiller.

dublaj problemi bir hayli fazla. güçlük içinde çekilmiş, teknik problemler olan bir film. bunu anlayışla karşılayabiliyorum ama yine de bana fazla adından söz edilen bir film gibi geliyor. yılmaz güney'in içinde bulundugu durum ve hikayesi, filmi biraz daha değerinden yukarıya çektiğini düşünüyorum. her şeye rağmen 1982 yılında böyle bir film çekmek cesaret istiyor. belki de bu cesaret filmi şu anki değerinde tutuyor.

19 Kasım, 2018

Transit


senenin merak ettiğim filmlerindendi. alman sinemasını seviyorum. yakın dönemde de çok iyi filmler yapıyorlar. aslında film tam olarak alman sineması da değil. almanya-fransa ortak yapımı. diller arasında da sık sık geçiş oluyor. iki ülkede de konu bolluğu bir hayli fazla. özellikle nazi dönemi, doğu-batı almanya zamanlarını güzel işleniyor.

transit, nazi dönemlerinden bir hikayeyi anlatıyor. ancak o dönemde yaşanan hikayeyi bugünün dünyasında canlandırıyor. sokaklar günümüz sokakları ancak hikaye geçmişe ait. insanlar göç etmeye çabalıyor. bir bekleyis, korku hakim. ülkeden çıkmaya çalısırken baska bir insanın kimliğine bürünen georg... film bir ülkede illegal olarak bulunmanın zorlugunu verebiliyor ama her şey birbirne karısmıs vaziyette; diller, karakterler, zaman, mekan.... bu yüzden izlemesi zor film. süresi uzun olmamasına rağmen izlerken yoruyor. yer yer sıkılmadım da değil.

göç, mülteci temaları genel olarak seviyorum. ancak bu filmde bir türlü filmin içine giremedim. bu yüzden film vasatın ötesine geçemiyor.

17 Kasım, 2018

Müslüm


filmi vizyona girdiği günden beri izlemek istiyordum ama bir türlü fırsat olmuyordu. nihayet dün izleyebildim. salonda yaşlı diyebileceğim insan çok olması dikkatimi çekti. epey 60 yas üstü insan vardı. bununla beraber gençler de epey yoğundu. değişik kitlesi var filmin. her kesimden izleyici bulmuş. filme gitmeden önce spoiler yemeden birçok yorum okudum. bu yorumlardan da haliyle beklenti oluştu. beklediğim kadar iyi bir filmle karşılaşmadım. sanırım okudugum yorumlar beklentimi fazla yükseltti ama müslüm gürses'i çok seven, hayranlık duyan birkaç kişiden de filmin iyi olmadıgına dair yorumlar okudugum için beklentimin biraz düştüğünü düşünüyordum. aşırı merakla filmi izledim. niyahetinde tatmin olmadan sinemadan ayrıldım.

müslüm gürses ikonik bir adam. hayatının zor oldugunu biliyordum ama bu kadar sert, üzücü bir hayatı oldugunu tahmin etmiyordum. annesi, babası, kardeşleri... çok zor bir hayatın içerisinden çıkıp bu noktaya ulaşabilmiş. müslüm gürses son yıllarda farklılaşmıştı. seslendirdiği şarkılar farklılaştı, haliyle hayran kitlesi farklılaştı çok daha geniş kesime hitap etmeye başlamıştı. müslümcüler lümpen, avam hatta daha da altı görülürken bir anda müslüm gürses dinliyor olmak diye bir şey ortaya çıktı. arabesk müziğin yanından geçmeyen insanlar müslüm gürses dinlemeye başladı. şarkıları dizilere, filmlere jenerik oldu. müslüm gürses jiletçi denilen insanlardan alındı, başka bir yere koyuldu. filmde bunlar görülemiyor. kendilerine zarar veren hayran kitlesi nasıl oluşmuştu? neden diğer arabesk şarkılar söyleyen sanatçılarda değil de müslüm gürses dinlerken insanlar kendilerinden geçiyordu? müslüm gürses'i diğer sanatçılardan farkı neydi? okudugum, dinlediğim kadarıyla müslüm gürses konserleri yasaklanma noktasına bile gelmiş zamanında. hem bu noktaya nasıl gelindiğine ve o hayran kitlesinin nasıl oluştuguna dair hem de yaşanan dönüşüme; müslüm gürses'in farklı şarkıları yorumlaması ve zamanında kitlesine lümpen denirken bir anda oluşan müslümcülere dair bir şey anlatılmıyor. buralar pas geçilmiş. şarkılarla, türkülerle, konserle görüyoruz bu kısımları. neden oldugunu göremiyoruz. filmde dram dozajı inanılmaz yüksek. müslüm gürses'in karşılaştıgı acılar verilmiş. müslüm gürses müslüm baba olduktan sonra, belli bir konum edindikten sonraki kısımlar geçiştirilmiş gibi. filmin ilk yarısındaki aile içi yaşanan travmaları göstermek için film yapılmış sanki. arabesk kültürün oluşumuna, müslüm gürses'i müslüm gürses yapan müslümcülere dair pek bir şey göremiyoruz. hatta müslüm gürses ile ilgili, filmle alakalı yorumları okurken de en müslümcü olmak gibi yorumlar var. babayı biz çok önceden severdik, şimdi kıymete bindi tarzında yorumlar çok bulunuyor. müslüm gürses tabiri caizse alt insan olarak görülen insanlardan çıktı baska kesimin müslüm babası oldu. haliyle hor görülen kitlenin de sahip çıkışı var. aslında bu bile filme girebilirdi. çünkü çok bariz bir dinleyici kitlesinde değişim var. bir tarafta müslüm gürses'in eski sadık hayranları, bir yanda da yeni nesil şarkılarla onu seven kesim. ortak paydaları müslüm gürses.

muhterem nur ayrı paragraf konusu. muhterem nur'un hikayeye konu olması daha ayrıntılı olabilirdi. başlı başına film olabilecek hayatı var. ikisini bir noktada birleştiren sevgi elbette ama o sevginin altına dolduran bir şey daha olmalı. aralarındaki bağın sevgiden öte ya da sevgiyi oluşturan kimyanın başka bir şey oldugunu düşünüyorum. aralarındaki ilişki daha güzel aktarılabilirdi. zerrin tekindor da olmamış. oyuncu olarak filmde tek sırıtan isim olabilir.

farklı bir iş yapmaya çalışılmış. görüntüler güzel, oyunculuklar iyi, eldeki hikaye kuvvetli ama tam olarak beklentimi karşıladıgını söyleyemem. hikayede birçok ana konu eksik oldugundan idare eder türünden bir film olmuş.

En Man Som Heter Ove


ingilizcesi a man called ove. türkçesi epey ilginç, hayata rövaşeta çeken adam. neden böyle çevirmişler bilmiyorum ama filmi izledikten sonra isim sempatik geldi. sanırım başından büyük trajediler geçmiş bir insanın hayata karşı attıgı gol epey sansasyonel oldugu dünülmüş. bu yüzden de rövaşetayı uygun görmüşler.

kitaptan uyarlama isveç filmi. kitabını okumadım. bu yüzden kitap üzerinden filme bir eleştiri yapamıyorum ama film beklediğimden güzel çıktı.

çocukken zorluklar içinde kalmış birisi ove. yaşadıgı hayat, kaybettiği işi onun emekli albay olarak takılmasına sebep oluyor. işsiz kalmadan önce de aksi bir adam ama işsiz kalmasıyla beraber işe ayırdıgı vaktini sosyal hayatına ayırınca daha da aksileşiyor. esini kaybetmesiyle yasadıgı buhran, sürekli intihara meyil etmesi ve her seferinde başarısızlığa ugraması hayata attığı golün hazırlanışı gibi... özünde milliyetçi bir insan, biraz sempatikleştirerek aktarılmış. milliyetçiliği ülkesinin yaptıgı işlerle övüyor. araba çarpınca, o bir volvo diyebiliyor. saab'a binmekle gurur duyuyor. fransız arabalarına fransız olmasından mütevellit laf ediyor. arkadaşı için sonunda bunu da yaptı diyerek bmw almasını eleştiriyor. almanlığa üstü kapalı çakıyor. tüm bunları ove sert, soğuk görünümlü olmasına rağmen ağır milliyetçilik olarak görmüyoruz.

film aksi adamın hayatı gibi olsa da göçmenliği ve kültür namına da bir şeyler anlatıyor. bireyci, daha kendi halinde olan kuzey insanlarının arasına daha sıcak diye nitelendirebilecek, bireycilikten uzak iran kadını bırakınca, ortam sanki daha güzel oluyor. ove'nin tekrar hayata tutunmasında, hayatta attıgı golün aslan payı komşusu parvaneh'e ait. ove'nin hayatına farkında olmadan burnunu sokması, ove'ye direkt etki ediyor. o kültürdeki insanlar hayatlarına bu kadar burun sokulmasına ne kadar izin verir orası da ayrı konu. biraz dozu kaçmış gibi olsa da komedi filmi deyip işin çıkılabilir bu durumun.

kuzey filmleri güzel oluyor. farklı komedileri var. soğuk gibi olsalar da çok sıcak filmler çıkabiliyor. bu film de onlardan bir tanesi. güzel, izlemesi keyifli bir film.

12 Kasım, 2018

Gebzespor 0-1 Nevşehir Belediyespor


maça biraz geciktim. saygı duruşu ve istikal marşı'na stadyum önünde denk geldim. bilet gişesine geldiğimde kalabalıgı görünce biraz da sıkıldım. zira maç başlamıştı. on dakida anca bileti alırdım. takribi on beş dakikayı kaçırırım diye düşünürken biletlerin maratonda 10, numaralıda 20 lira oldugunu gördüm. yüzde yüz zam demekti bu. zaten on lira vermemek için numaralıda izlemiyordum, maratona gidiyordum. yüzde yüz zammın fazla oldugunu düşünüyorum. gerçi almak istesem de o an bilet alamazdım. çünkü üzerimde nakit para yoktu. evdeki bozuk beş lirayı alıp gelmiştim. o da bir şeye yaramıyordu. daha sonra maraton tarafında, bağıran tayfa diyebileceğim stada girdiği kapının ücretsiz oldugunu öğrendim. oraya yöneldim. girişte cebimdeki bozuklukları gören polis onları bırakmamı istedi. 1 lirayı alıp çıkarıp gözünün önünde bırakıp yoluma devam ettim. cebimde hala 4 lira bozukluk duruyordu.

maça nevşehir taraftarı da gelmişti. muhtemelen istanbul'da ve gebze'de oturan nevşehirlilerdi. takımlarının gebze deplasmanı görünce, memleket sevdası deyip gebze'ye deplasman yapmıslar. 300-400 kişi takımlarını desteklediler. maç boyu karsılıklı atışma oldu. protokolde kavga çıktı. polis müdahele etti. karşı taraf tribünü bilen insanlar olsaydı muhtemelen daha büyük olaylar olabilirdi.

ilk yarıda takım fena değildi. ama genele bakınca, doksan dakikada gebzespor çok etkisizdi. her ne kadar direkten dönen toplar olsa da, o pozisyonlar oyuncuların bireysel yetenekleri sayesinde oluştu. turgay'ın şutu inanılmazdı. ceza sahası sol çaprazından, hagi'nin bilbao'ya attıgı gole benzer bir pozsiyonda harika vurdu. hatta biraz daha çaprazı ve uzağı... orada makul olan içeriye orta yapmak ama tugay sol ayağıyla mükemmel şut çıkardı. top direkten oyun alanına döndü. yine bir başka pozisyonda ziya gelişine, zor bir poziyonda çaprazdan uzak direğe vurdu, top yine direkten oyun alanına döndü. gebzespor kötüydü ama nevşehir de kazanacak kadar oynamadı. maçın hakkı beraberlikti. karambolden golü bulan nevşehir, skoru korudu ve kendileri için çok kritik 3 puan aldı.

maçla ilgili bir şey söylemek yersiz. gebzespor kümede kalsın yeter. takımın şanslı oldugu bir konu var, son sıradaki iki takım çok kötü. muhtelemen onlar düşecek. gebzespor çok büyük problem yaşamazsa kümede kalır ve önümüzdeki sezon iddialı kadroyla 2. lig hayalleri kurulur.

11 Kasım, 2018

Bohemian Rhapsody


sinemada izlemeyi istediğim bir filmdi. filmden çıktıktan sonra iyi ki sinemada izledim dedim. görsel olarak harika bir filmidi. şarkılar zaten enfes. senaryoda sanırım bazı problemler varmış. aslında tam olarak problem değil, biyografi nitelikli bir film oldugundan bazı değişiklikler yapılmış. tabii queen ve freddie mercury tarihine hakim olmadıgım için filmi izlerken bunun farkında değildim. filmi izledikten sonra yapılan yorumlarda bu eleştirileri gördüm. imdb'de su an 75 bin civarında oy kullanılmış. filmin puanı 8.4. muhtemelen 8.2'ye iner o puan.

film queen grubun hikayesini freddie mercury özelinde anlatıyor. oyunculuklar muhteşem. rami malek harika oynamış. özellikle yardım amaçlı düzenlenen live aid konserindeki oyuncluluk mükemmeldi. filmden önce kosner kaydını izlememiştim. daha sonra konser kaydını izlediğimde o sahnelerin neredeyse birebir aynı olduguğu gördüm. oyunculuklar, sahne, dekor, şovlar... her şey neredeyse gerçekteki gibiydi. o kısım bana göre filmin en güzel anıydı.

kuşkusuz alanında yapılmış en iyi iş. böylesi özel bir gruba, böylesi özel bir sanatçıya yakışır bir iş çıkmış ortaya. her şeyiyle kült sıfatını hak eden bir film. tabii şöyle bir durum da var. bana göre film harika. queen'i seviyorum. şarkılarını dinliyorum. ama bu sevgi hayranlık boyutunda değil. ne grup hakkında ne de üyeleri hakkında detaylı bilgi sahibi değilim. bu yüzden film bana göre baştan sonra kusursuz gibi geliyor. elbette bazı kafada soru işareti kısımlar olmadı değil. ancak onlar filmdeki sürekliliği etkileyecek bir sonuç çıkarmıyor ortaya. eğer grup hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olsam belki filmi eleştirecek şeyler bulabilirdim. bu da filmin beklentimin altına düşürebilirdi.

06 Kasım, 2018

Full Metal Jacket


stanley kubrick filmi. 1987 yapımı. abd vietnam savaşını konu ediyor. savaş karşıtı bir film. er ryan'ı kurtamak'tan sonra izledim bu filmi. araya da  a wednesday'i sıkıştırdım ama o tabii facia bir filmdi. er ryan'ı kurtamak'tan sonra epey yorum okudum savaş karşıtlığı ile alakalı. o filmin savaş karşıtı oldugunu düşünmüyordum. tam tersine milliyetçi insanların duygularını hareketlendirdiğini düşünenlerdenim. full metal jacket'ı da biraz bu gözle izledim. er ryan kurtamak'ta insanlar bakın şu sahne, şu replik diyerek savaş kötüdür direyek alt metin okumaya çabalıyordu. full metal jacket öyle değil, alttan alttan net bir şekilde anti savaş filmi.

film, ilk yarısı diye nitelendirilebilecek kısımda acemi eğitim bölüğünü konu ediyor. askerlikte yemin edene kadar kimse asker değildir. ne oldugunuz belli değildir. öyle takılırsınız. usta askerlik için hazırlanırsınız. acemi asker eğitimi kısmındaki disiplin muazzamdı. söylenen marşlar, yürüyüşler, atış talimleri... acaba gerçekten o dönemler filmde anlatıldıgı gibi miydi merak ediyorum. gerçi sürekli askerlerin eğitim ya da kontrol anları gösterildiği için bu düşünceye kapılmış olabilirim. savaş zamanı, cepheye gidecek askerlere disiplinde taviz verilmemesi normal. belki askerlerin dinlenme zamanında neler yaptıkları gösterilse askeriye disiplininin o kadar da korkutucu olmadıgı anlaşılabilir. bu usta birleğinde çok belirgin gösteriliyor. askerler daha rahat hareket ediyor. ancak yine de disiplin yıpratıcı. eğer askerde kendinizi ezdirmeye müsade ederseniz ezilirsiniz. kimse acımaz. üzerinize gelirler. intihar eden askere yapılanlar çok da abartı değil. arkadaş grubundan da dışlanması, sürüklendiği psikoloji kimsenin umrunda değil.

filmin ikinci yarısında askerler birliklerine gönderiliyor; görevi ordu gazetesinde muhabirlik olan bir askerin hikayesini izliyoruz. savaş zamanı çok da kötü görev değil. savaşın psikolojisini ve cepheden gelen bilgilerin halk manipüle etmek için nasıl kullanıldıgını görebiliyoruz. yalan denilebilecek, çarpıtılmış, halkın duymak istediği haberler yapılıyor. demokrasi götürmek için savaşan abd askerlerinin yerel halka olan ilişkisi demokrasinin güzel bir paravan oldugunu gösteriyor.

04 Kasım, 2018

A Wednesday


2008 yapımı hint filmi. konusu ilgi çekici olsa da oyunculuklar, çekimler çok kötü. imdb 250 listesinden gördüm. 8.2 puanı görüp meraktan izledim ama paunını belki de en hak etmeyen film olabilir. yorumlardan anladıgım kadarıyla hintliler yüksek puan vermiş. farklı ülkelerde yaşayan insanlar için büyük hayak kırıklığı.

kendi halinde yaşayıp giden bir insanın terör olaylarında bıkıp kendi çapında intikam alma çabası anlatılıyor. kurayla belirlediği dört isimden intikam almaya çabalıyor ama filmde oyunculuklar, ses ve bazı sahneler o kadar kötü çekilmiş ki insan bir yerden sonra konuya da odaklanamıyor. bir kedi sahnesi var. kedi kenardan baya ortaya atılıyor, hayvan dört ayak üstüne düşüyor. güya kedi inşattan çıktı, ürküten seslerin sahibi insan değilmiş, kediymiş. ama o nasıl çıkmak? hayvanı dört ayak üzerine düşecek şekilde kenardan attılar. bunun gibi benzer sahneler çok.

izlemeye gerek olmayan kötü yönetilmiş bir film. zaten hint filmleriyle aram yok. bariz bir şekilde mesaj vermeli filmleri sevmiyorum. ama bu film vereceği mesajdan da bağımsız net kötü.

03 Kasım, 2018

Saving Private Ryan


ertelediğim bir başka kült filmlerden. muhteşem ve uzun açılış sekansı, savaş sahneleri muazzam. bu konuda izlediğim en iyisi olabilir.

filmle ilgili iki eleştiri var. bu iki eleştiri de görüntülerden bağımsız aslında. savaş sahneleri herkes tarafından beğenilmiş. beğenmemek anormal olurdu. acayip bir şeydi. yapılan eleştiriler filmin propaganda olup olmadıgına yönelik. ben anti savaş propagandası olmadıgını düşünenlerdenim. filmde bariz bir amerikan propagandalıgı yapıldıgını düşünüyorum. ama bunu da yargılama ya da yadırgama gibi bir tutumda değilim. her ülke, sinemasını bu yönde kullanabilir.

filmin görüntüleri muhteşem olsa da bana göre yapıldıgını düşündüğüm propaganda, fazla amerikancılık, filmde hikayenin sarmaması filmi idare eder kategorisine soktu. hatta filmin sonlarına doğru biraz sıkıldım bile denebilir. bu da kuşkusuz hikayeden kaynaklı.

Shichinin No Samurai


seven samurai. üç buçuk saatlik bir şaheser. uzakdoğu sinemeasını çok sevdiğim söylenemez. harika filmler çıkıyor ama nedense benim pek ilgimi çekmiyor. filmin süresiyle beraber bir de siyah beyaz olunca, kült bir yapım olmasına rağmen izlemeyi sürekli ertelemedim. ancak ertelemekle hata yapmışım. muazzamdi. köylerini haydutlardan savunmak için çareyi samuraylarda bulan köylülerin ve köyü savunan yedi samurayın hikayesi. başlangıçta biraz durağan gibi geçse de filmden kopuş olmuyor. soluksuz üç buçuk saat izlenebiliyor. sinema tekniğinden çok anlamıyorum ama filmde kullanılan bazı teknikler ilk kez kullanılmış sanırım. bu da filmi diğer filmlerden çok ayrı yere koyuyor.

filmin yönetmeni akira kurusowa. eğer film izlemeyi, filmler hakkında bir şeyler okmayı, listeleri incelemeyi seviyorsanız bu ismi duymamak, görmemek imkansız. çoğu sinefili de geçtim, birçok yönetmenin en iyi filmler sıralamasında mutlaka kendisine yer buluyor. birçok insan için ilham kaynağı işlere imza atmış. ben adını birçok kez duysam da filmini ilk kez izliyorum. bazı diğer filmleri de izleme listemde ama onlara ne zaman vakit ayırıp izleyeceğim bilemiyorum. zira filmlerin akıcılığı olsa da süreleri uzun.

02 Kasım, 2018

Aile Arasında


gülse birsel komedisi. filmden sonra yorumları okurken sık karşılaştıgım tanım. eğer böyle bir şey varsa ki, birçok insan böyle bir tanım yapıyorsa vardır, ben hoslanmıyorum o komediden. genel olarak sevdiğim söylenemez. özellikle dizileri hiç sevemiyorum. buna kült olmuş avrupa yakası da dahil. filme tekrar gelecek olursak inanılmaz tempolu, izlemesi yorucu bir film ama güzel.

eşlerinden ayrılmış iki insanın kesişen hikayesi anlatılıyor. filmi izlerken fark etmedim ama yorumlardan sonra fark ettim, film tesadüfler üzerine kurulu. komedi belki böyle bir şeydir bilmiyorum ama bu kadar da tesadüf olmamalı. en azından gerçekçi olmalı. o onunla karşılaşıyor. avizeci adana'da çıkıyor. sonra müşteriye fotoğraf gösterirken fiko'yu görüyor. böyle birçok sahne var. tesadüfler silsilesi.

filmlerde trans kadınlar genellikle karanlık sokaklarda yasar. gece hayatları vardır. sosyal ilişkileri bile onların karanlık taraflarıyla ilgilidir. belalılar vardır. sürekli yanlış ortamlarda bulunurlar. dövülürler, öldürülürler... tabii bunlar o hayatların gerçeği ama bu insanların da sosyal hayatları var. hayatlarını yaşıyorlar. bu minvalde behiye karakteri çok hosuma gitti. filmdeki en aklı basında insan bir trans kadındı. filmlerde ya da dizilerde pek karsılasıtıgımız durum değil. bunun bilinçli yapıldıgını düsünüyorum. yine filmde toplumun dayattıgı şekilde yasayan, muhafazakar adanalı aile tarafından kötü olarak gösterilen kız tarafı var. ailenin giydiği kıyafet yadırganıyor. dövmelere laf ediliyor. hatta ailenin bu yüzden uyarılması gerektiğini kendi aralarında konusuyorlar. yaptıklar meslek yadırganıyor. bu sürekli gözümüzün içine sokulurken problemin muhafazakar ailede olması ve bunun harika bir finalle izleyice gösterilmesini çok sevdim. ahlak satan insanların en büyük ahlaksız olaması yine şaşırtmadı.

tempolu, harala gürele gitse de sevdim filmi. zaman zaman alttan, zaman zaman direkt verdiği mesajlarla iyi iş olmuş.

The Bucket List


jack nicholson ve morgan freeman isimlerini aynı anda görmek aslında filmi izlemek için yeterli sebep. filmin iyi olacağına dair beklenti oluşuyor. bu ikili olmasa film bu kadar iyi olur muydu bilemiyorum.

ölmek üzere olan iki yaşlı adamın hayattan keyif almak için yaptıgı son atak. bir tarafta hayatı boyunca okuyan, araştıran kendisi geliştiren bir otomobil tamircisi. diğer yanda da kendini bildi bileli sürekli çalışan, para kazanan, ülkenin en itibarlı insanı. ikisini ortak noktada bulusturan ise kaçırılmış bir hayat. sanırım her insan bir şey peşinde koşuyor ve o koşulan şeyin ne oldugundan önemsiz hayat kaçıyor. hayatı keyif alarak yaşamak belki de en zoru. yapılan planlar. yapılmak istenen planlar. yarım kalanlar. bir ömüre gerçekten hayat sığdırmak zor.

film izledikten sonra birçok insan bucket list yapıyor sanırım ya da heves ediyor. bu listelerin akıbetini merak etmekle beraber anlık gaz oldugunu da düşünüyorum. böyle filmler etkileyici, hayatı sorgulatıyor ama hayatın gerçeklerini bir türlü pas geçemiyoruz. en azından ben geçemiyorum. şunu yapacağım, ölmeden dünya gözüyle şunu göreceğim... olmuyor. hep bir şeyler engel olarak karşıma çıkıyor. engeller yüzünden de zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyorum. bu da zaman zaman geç kalmışlık hissini uyandırıyor insan hayallerinden de vazgeçiyor.

ilk yarısı biraz can sıkıcı olsa da sonrası gayet güzel. özellikle dünyanın en güzel kızını öp maddesi beni çok şaşırttı. o madde için aklım çok düz çalıştı. böyle bir güzellik beklemiyordum. karşılıksız iyilik yine beni şaşırtan sahnelerdendi. iyi film. güzel film.