10 Mart, 2018

Piano Piano Bacaksız


1940'lı yıllar türkiyesini anlatan 1992 yapımı bir film. yönetmeni tunç başaran. kemal demirel'in evimiz insanları kitabından uyarlama. oyuncu kadrosu epey tanıdık olsa da en dikkat çekici oyunculuk küçük kemal'i oynayan emin sivas'ın. herhalde şu ana kadar en iyi çocuk oyuncu performansını bu filmde izledim. daha önce umuda yolculuk filminde de oynamış. orada hiç dikkatimi çekmemişti. bu arada umuda yolculuk izlediğim en iyi filmlerden bir tanesi. yabancı dalda oscar ödülü almışlığı var. belki film, konusundan dolayı ayrımcılığa kurban gitmiş olabilir. tabii bu tamamen benim sallamam. normalde böylesine başarılı filmin daha çok bilinmesi gerekir ama kıyıda köşede kalmış gibi. niyet okumayı bir tarafa bırakırsam esas sebebi isviçre yapımı olması da olabilir. her ne kadar oyuncular türk olsa da ve hikaye bir türk ailesi üzerinden gitse de, film türk yapımı değil, isviçre yapımı. yönetmeni xavier koller, o da isviçreli. dolayısıyla ödülü türkiye değil, isviçre almış oluyor. bundan dolayı türkiye'de pek hakkı verilmemiş olabilir. ama filmin hikayesindeki gerçeklik memleketin gerçeği, ondan dolayı filme karşı uzak durulmuş olabilir; özellikle yapım ve gösterim zamanında...
piano piano italyanca bir ikileme. yavaş yavaş demek. filmi izleyince neden bu isim oldugu idrak ediliyor. film, bir konakta yaşayan insanları konu ediyor. her oda bir aileye ayrılmış. fakirlik. cumhuriyet, geçen 17 yıla rağmen hala emekliyor. hitler'in manyak planları, türkiye'nin savaşa her an girecekmiş gibi hazırlığından dolayı oluşan korkuyla ve yoksullukla yaşamak. yontulan ahlak kuralları, yontulmasa paparaya olan mahkumiyet. çıplak ayaklı çocuklar ve her şeye rağmen var olan saf mutluluk. filmden bir şey anladıysam o da insanların geleceğe olan umudu. çünkü filmi izlerken tamamen yoksulluk görülüyor. o yoksulluğa rağmen kimse isyan etmiyor. hatta filmin özeti olabilecek bir sahne var. kemal'in ayakları çıplak. pazarda çizme görüyor. en büyük hayali çizme sahibi olabilmek. çizmelere bakarak iç sesi konuşuyor: "benim olmasalar bile çizmeler vardılar ya, bir gün benim de olabilir demekti bu." şu cümle tüm filmi anlatıyor. ailelerin hiçbir şey yok, sadece umutları var. esaretin bedeli filminde de andy dufresne, red'e bir mektup yazar. red, duvar dibinde o mektubu okur. orada şu satırlar geçer: "unutma red, umut iyi bir şeydir, belki de en iyi şeydir ve iyi bir şey de asla ölmez." piano piano bacaksız'da da umut var. onca yoksulluğa rağmen umut var. çünkü umudun içinde hayat var. sahip olunacak mutluluk var. mutlu olmasak bile hayatta mutluluk var ve onlara ulaşmak için hayaller var. bu yüzden film bu kadar güzel, insana kendini iyi hissettiriyor.

Hiç yorum yok: