28 Temmuz, 2019
Gareth Sale
güzel manşet.
harf oyunlu ya da kelime oyunlu manşetlerin çok ince çizgisi var. gri alanı yok, ya iyi oluyor ya da kötü. bu iyi olanlardan.
gareth bale sansyonel şekilde real madrid'e transfer olmuştu. 100 milyon euroluk adam. transferi gerçekleştiğinde tarihin en pahalı transferi titri ona geçmişti. yeteneği o kadar ediyor muydu, beklentinin altında mı ezildi ya da yetenekliydi ama sakatlıklar belini mi büktü bilemiyorum, bekleneni veremedi.
as gazetesi de manşetten oyuncuyu satılıga çıkarmıs. böylesi yükek maliyeti ve sakatlık riski olan oyuncuyu kim alabilir. büyük soru işareti.
21 Temmuz, 2019
German Doner Kebab
başka kültüre gitmekle kalmayıp artık o kültüre ait olmak böyle bir şey sanırım. fotoğrafı buradan aldım, glasgow'da bir dönerci; dönerin meşhur olması kadar alman döneri olarak meşhur olması ironik. biraz bakınınca döner, dünyanın farklı noktalarında alman olarak nam salmış. türkiye'de bile alman döneri olarak satılan yerler bulunuyormuş. kuşkusuz almanya'da yapılan döner türkiye'de yapılana göre daha farklı ama neticede döner dönerdir.
aşağıdaki videoda da eski bir nazi sempatizanı nazi saçmalıgından dolayı 15 yıl boyunca döner yemediğini dile getiriyor. dönere bile ırkçılık yaparsın ama glasgow'da döneri alman diye görürsün.
07 Temmuz, 2019
Fleabag
vakit geçirmelik bir şeyler arıyordum. bir anda izlemeye basladım. aslında bir anda izlerken de bulmadım kendimi. özellikle vakit geçsin diye bir şey izlemek istediğimde uzun uzun dizi ya da film arıyorum. yine aynı bir arayış içindeyken, karsıma çıktı ve izlemeye basladım. bir kadının hayata karşı tutunma arayışı. tutunma, tutunamama yazınca arkadan agır dramlar gelebiliyor ama dizinin türü komedi. ödüllü bir komedi.
birinci sezonu izledim. ikinci sezondan da bir iki bölüm izledikten sonra unuttum gitti diziyi. nice diziler bende böyle heba oluyor. bir yere kadar izliyorum sonra öylece kalıyor. öylece kalma sebebi de dizilerin kendilerini tekrar etmesi. normal olarak tabii. sonucta tv series denilen bir şey... ama tabii bir yerden sonra sıkıyor bu tekrar işi. aynı karakterler, aynı olay döngüleri dönüp duruyor. dizi bir yere bağlanamıyor. mini dizileri ayrı bir yere koyuyuorum. anlatacağını kısadan veriyor.
yorumlardan anladıgım kadarıyla kadınların daha çok hosuna giden bir yapım. normal olarak. dizinin basrolunda kendi olarak var olmaya calısan bir kadın var. özgür, kendi işin yapan, baskasına muhtaç olmayan, kafasına estiği gibi yasayan... ama sadece kadınlara hitap eden tarafı yok dizinin. gayet herkes tarafından izlenebilir. epey eğlenceli. fleabag'in kendi kendine konusmaları, umursamazlıgı insanı hayata karsı şevke getiriyor. özgür olma ihtiyacı hissettiriyor.
şu an ikinci sezonu yayınlanmıs. akıbeti nedir bilmiyorum. ben birinci sezonu izledim. belki daha sonra ikinci sezonu da izlerim. büyük ihtimalle izlemem. ama izlediğim bölümler için konursam. izlemesi gayet keyifli, güzel, eğlenceli bir ingiliz serisi.
06 Temmuz, 2019
Bıçkın ve Ağlak-Yeni Türkiye'nin Hikayesi
kitabı dün bitirdim. can kozanoglu'nu seviyorum. seviyorum dedim ama okudugum kitap sayısı sadece bir. bıckın ve ağlak ikincisi oldu. aslında sevme sebebim şu, geçtiğimiz yıllarda kendisiyle yapılan röportajlardan bir tanesinden şöyle bir söylemişti. "Şu anda Türkiye'de siyasal olarak en rahatsız olduğunuz insanlar kim derseniz, AK troll denen insanlardan daha fazla rahatsız olduğum, HDP'nin sosyal medyadaki aşırı saldırgan genç Türklerini söylerim. Sosyal ortamda böyle bir tip var. HDP'nin çok saldırgan, küstah, genç bir Türk kesimi var. Kendilerini bir yerlere kabul ettirmek için bu hale geliyorlar belki. Saldırganlıkları, küstahlıkları, bir yerlere eklemlenmeye çalışırken gösterdikleri acımasızlıkları ve pek çoğunun temelsizliği. Yön bulamayıp da yönleri varmış gibi yapmaları. Onlardan ciddi rahatsızlık duyuyorum." 2015 yılına ait cumhuriye gazetesinden bir röportaj. bu cümleleri okuduktan sonra kendisine, fikirlerine meraklı olmustum. o zamanlar hdp'ye oy veren o kesimle alakalı hiçbir problem yoktu. gerçi hala yakın ama takıdıkları tavır, eleştiri kabul etmez durumları kendilerini inanılmaz sevimsizleştiriyordu. hala aynı tavır var. aynı gruba karşı eleştiri getirememezlik devam ediyor. eleştiri getirdiğiniz anda küçümseme, tepeden bakma gibi tavırlarla karşılaşıyorsunuz.
2015 yılında duymak istediklerimi o röportajda okuduktan sonra yine duymak istediklerimi bıçkın ve ağlak'ta okudum. popüler kültür, sosyal medya eleştirileri hemen hemen benim düşüncelerime çok yakındı.
sosyal platformlarda artık suya sabuna dokunmadan bulunuyorum. sebebi linç yememek. küfüre, hakarete katlanmak istemiyorum. ne için katlanayım onu da bilmiyorum. değecek olsa bir şeylere katlanayım hakarete ama bir şey değişmiyor. tam tersi linç eden insanlar linç edecek bir şey buldukça daha da idmanlı hale geliyorlar. ne ünlüyüm ne de herhangi bir sosyal konuda mesleki uzmanlıgım bulunuyor ama ben bile linç yemekten çekiniyorum. bu yüzden usul usul dolanıyorum. genel olarak kendimce bir şeyler yazdıgım iki yer var. bir tanesi burası, okuyucu kitlesi yok denecek kadar azdır. ikinicisi de eksi sözlük. orada daha fazla kişiye ulaşılabiliyor. türkiye'de linç kültürünü görmek için güzel bir ortama dönüştü. tabii bir twitter değil.
sözlük'te suriyeli baslıklarına çok sık yazarım. yazıgım gibi linç yerim. 10 sayfa bir şey yazıldıysa toplam 2 ya da 3 girdi mantklı, linç etmeden yazan insanların girdileridir. işin kötüsü linç dısına çıkıp, arastırıp iki kelime mantklı bir şey yazmak istediğinizde al evine suriyeli besle mesajını çat diye mesaj kutunuzda buluyorsunuz. ne alaka çözemiyorum tabii. o baslıklarda yağtıgım şey suriyeli övmek ya da memnuniyeti dile getirmek değil. lincin gereksiz olusu, hatta lincin bile yanlıs bilgiden kaynaklı oldugunu dile getirmek. sorunu kabul edip, mantıklı bir iki cümle kurabilmek. ama yok anında linç yiyorsun. bazıları daha da ileri gidip geri zekalı olmakla, ülkenin geleceğini düşünmemekle itham ediyor. ılık, pembe göt yakıstırmalarına girmiyorum bile. kitapta suriyeli özelinde olmasa da genel olarak benzer konulara değiniliyor.
müzik, yemek, içmek, siyaset, cemaat, akp, 80'ler, 90'lar, sosyoloji... epey konuya değiniliyor. güzel bir sosyoloji kitap olmus. okurken sıkmıyor. mirgün cabas'n ve can kozanoglu'nun yanından o sohbete dahilmiş hissiyatı bende fazlasıyla oluştu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)