30 Aralık, 2017

Hayvan Sahiplenmek


uzun bir süredir kedilere, köpeklere takık vaziyetteyim. kötü anlamda değil elbette pozitif anlamda. etrafda gördüğüm zaman acayip keyifli hissediyorum. varlıkları beni mutlu ediyor. sokakta onları görmek bile huzur verebiliyor. yalnız bu son birkaç yıldır bende olan bir his. daha öncesinde sokak hayvanlarından korkuyordum sanki, tam emin de değilim onlara karşı ne hissettiğimden ama bugünkü gibi bir hissiyatım yoktu. bu his, son birkaç yıldır içine girdiğim yalnızlaşmayla beraber başladı aslında. sanırım koşulsuz sevgi sadece hayvanlar tarafından var. buna gerçekten inanıyorum. 

kedilere ve köpeklere uzun süredir ilgimden ötürü birçok sosyal ağ takip ediyorum; hayvan sahiplendiriyorlar. bir yandan içlerinden bir tanesini sahiplenmek istiyorum ama bir yandan da acaba yapabilir miyim, bakabilir miyim düşüncesi içimi kemiriyor. çünkü birçok hayvan daha önce sahiplenilmiş ama belirli sebeplerden tekrar sahiplendirilmek isteniyor. kimi insan bakamıyor, kimisinin çocugu oluyor köpeği evde istemiyor, kimisinin ev durumu değişebiliyor... bu durumda olmak istemiyorum. sahiplendiğim bir hayvanı daha sonra bırakmak zorunda kalmayı istemiyorum. karşılaştıgım zorlugu onunla birlikte atlatabilmek istiyorum. bir uzuv gibi, bir çocuk gibi... önümde bir yıllık zaman dilimi var geçirmem gereken. bir yandan da düşünmek için ortam olacak. bu süre sonunda hayvan sahiplenme hususunu daha ayrıntılı düşünüp, karara varacağım.

29 Aralık, 2017

2017'de Ne Dinledim?


son yıllarda spotify ile haşır neşir olsam da tanışıklığımız epey eskiye dayanıyor. günlerden bir gün can sıkıntısından chatroulette'e girmiştim, şu anda adını bile hatırlamadıgım birisi denk gelmiş konusuyoruz. muhabbet müziğe gelince, bir program var çok iyi demişti. türkçe şarkıların pek olmadıgını da eklemişti. ilk o zaman bilgisayara indirmiştim ama bir ton gereksiz programdan birisi olarak görüp daha sonra silmiştim. tabii yıllar sonra spotify popüler oldu, müziği seven herkesin telefonuna, bilgisayarına girdi. ben de iki-üç yıldır iyi kötü kullanıyorum.

spotify, yıl sonu ne dinlediğini gösteren bir uygulaması var. severim böyle işleri. insan koca yıl neler yaptıgını görünce heyecan duyuyor. benim de ne dinlediklerim görseldeki gibi. nazan öncel'i bu kadar çok dinlediğimi tahmin etmiyordum. en sevdiğim mğzik türü olarak da türkçe rock demiş ama bu konuda da sanırım spotify ile aynı fikirde değilim. diğer şarkılar ve sanatçılar aslında beklediğim gibi denilebilir. en sevdiğim şarkıların listesi de aşağıda...


28 Aralık, 2017

Call Me By Your Name


film, vizyona girdiğinde twitter'da takip ettiğim birkaç kişi filmi epey övdü. hatta içlerinden biri 2017'de izlediği en iyi film oldugunu iddia etmişti. haliyle ben de epey merak etmiştim ama bir türlü torrente düşmüyordu. geçenlerde torrente düşünce altyazı da hemen çevirilince oturdum izledim.

filmle ilgili ekşi sözlükte şöyle bir yorum okudum: "eğer bir kadın-erkek aşkı anlatılmış olsa bu kadar etkileyici olmazdı." tam olarak böyle düşünüyorum. iki gay aşkı anlatılıyor. naif bir film. bu sene 2017 yapımı çok film izlemedim ama izlediğim filmler arasında en sevdiklerimden oldu. özellikle babanın oğluna yaptığı konusma izlediğim en güzel şeylerden bir tanesiydi. aile denilen şeyin bir insan için ne kadar önemli oldugunu, insanın hayatına nasıl etki edebileceğinin kanıtı niteliğinde; hayata insanı 3-0 önde başlatabiliyor. iyi bir ailede yetişmek, insanı hayata karşı daha hazırlıklı kılıyor.

film, insanı mutlu mutlu mu ediyor yoksa mutsuz mu emin değilim. spoiler olacak ama kavuşamamak tarafı mutsuz edebiliyor ama elio aslında o kadar da mutsuz değil. son sahnede, şömine karşısında onu gördüğümüzde yüzündeki şey mutsuzluk değil gibi, farklı bir duygu. adı konamayan, varsa bile türkçede adını bilemediğim bir duygu hissettiriyor.

26 Aralık, 2017

Dunkirk


ilk fragman yayınlandıgında ilgimi çekmişti, izlemek istiyordum ama fırsatım olmamıştı. daha sonra torrente düşmesini bekledim. torrente de düştükten sonra yeni fırsat bulup izleyebildim. sevdiğim film oldu. gerçek bir hikayeye dayanması, ikinci dünya savaşının seyrini değiştiren bir hikaye olması filmi başlı başına ilgi çekici yapıyor.

filmi izledikten sonra millet neler yazmış bakayım dedim ama bir hayli sevmeyeni gördüm. yeni dünya vurgusu yapılması bazı izleyenler tarafından beğenilmemiş. propaganda filmi olarak görenler var. ben takılmıyorum bunlara. film öyledir ya da değildir, bilmiyorum. kör göze parmak olmadıgı sürece  propaganda amaçlı olması bende rahatsızlık yaratmıyor. hatta hak bile verebiliyorum. neticede bu işleri yapanların da bir milliyeti var ve kendi ülkeleri için iş yapmak istemeleri son derece doğal. sinemanın bu işler için kullanılması yeni değil.

25 Aralık, 2017

Martin Eden

bu kadar güzel bir kitabı keşke hayatımın başka bir döneminde okumus olsaydım. zaman zaman izlediğim ya da okudugum şeylerle ilgili bu hisse kapılıyorum. içinde bulundugum durumda tüketmek bana iyi gelmiyor, sanki eserin hakkını verememiş gibi hissediyorum. yine de şu zamanda okumama rağmen beni epey etkileyen bir kitap oldu. insanların değişim süreçlerini severim. belki de yol hikayelerini sevdiğim için, süreçleri de seviyorum. martin eden'ı hayatımın başka bir döneminde umarım tekrar okuma çalışkanlıgını gösterebilirim.

05 Aralık, 2017

Nelyubov


andrey zvyagintsev'in yönetmenliğini yaptığı rus yapımı bir film. epey popüler olan diğer iki filmini de izlemiştim, onlar da harikaydı. bu film de harika. konu rusya'dan; boşanma arefesinden olan bir çiftin çocuğu kaybolur ve olaylar gelişir.

rusya'ya hiç gitmedim. sadece okudugum birkaç klasik var, ruslar ve rus toplumu hakkında bilgim oradan geliyor ama bana rusya'yı betimlememi isteseler herhalde bu filmdeki gibi anlatırdım. rusya deyince birçok insanın aklına güzel kadınlar geliyor. kadınlar harika ama benim aklıma kasvet ve mutsuzluk geliyor. filmde de herkes mutsuz, mutluyken de mutsuzlar. filmde mutlu olan tek kişi var o da portekiz'den skype bağlantısıyla babasıyla konusan genç kız. onun dısında kimse mutlu değil. kar, kış, soğuk, basık hava... insanın orada herhalde mutlu olabilmesine imkan yok. 

burası spoiler olacak. filmin sonlarında aslında hem anne hem de baba istediği hayata kavusuyorlar ama o zaman da mutlu değiller. çocugu birbirilerine kitlemye çalısıyorlardı, hatta çözüm olarak yatılı okul, askeriye çözümü bulunmustu ama çocuk komple gidince kendilerini suçlu hissetmeye basladılar. demek istediğim şu aslında, bazen varlığı bize eziyet olan kisiler yok oldugunda, hayatımızdan çıktıgında onun eksikliğini hissedebiliyoruz. çocugun tabii hiç suçu yok, olması da mümkün değil ama anne, baba ona alışmış. onların hayatlarını zora da soksa çocuklu yasamaya alışmışlar. mutsuzluk alıskanlık olmus ve o mutsuzluk alıskanlıgı değişince de ayrı bir mutsuz oluyorlar. anne, hayatının erkeğini buluyor, zevk icinde yasıyor ama mutsuz. baba, yeni esiyle, çocuguyla yasıyor ama mutsuz. bunların kaybolan çocukla pek alakalı oldugunu düsünmüyorum. bazen içinde bulundugunuz dünya insana hapis olarak geliyor. filmin sonunda kosu bandıda rusya eşofmanıyla koşan kadının mutsuzulugunun sebebi de rusya bana göre. o rusya eşofmanı, kadının çıkış yolu bulamadığı kasvetli rusya... para içinde yaşasan da seni tatmin etmiyor, kaçamıyorsun, boynuna kadar çekiyorsun fermuarı ve boşa koşmaya başlıyorsun. hiçbir çıkış yok. debelenmeve yorgunluk sadece.

04 Aralık, 2017

Bossa Noga


spotify haftalık keşif listesinden denk geldim bu şarkıya. şarkının adı bossa noga, grubun adı fatima spar und freedom fries. dinlemeden önce ne şarkıdan, ne de gruptan haberim vardı. şarkıyı dinler dinlemez loopa alıp tekrar tekrar dinledim. hartıyorum, bu şarkıyı ilk dinlediğimde sonbahar havası vardı, şu anda kış havası var, yarın daha da soğuk olacak ama bu şarkı bana bahar havası veriyor. hani böyle uzun kış günlerinin ardından güneş açar, havalar ısınmaya başlar, uzun zamandır açılmayan kapı pencere açılır evin içine temiz hava girer, işte o anları hissettirdi bana. aralık ayında baharı, güneşi hissettirdi. farklı dünyalara götürdü. şarkıyı dinlemiyorsun sanki, temiz hava çekiyorsun içine... işte öyle bir şarkı.

Türev


filmin dogma95 akımından oldugu söyleniyor. filmi izledikten sonra bunu öğrendim tabii. izleyene kadar böyle bir akımın varlıgından haberdar değildim. google'da araştırınca hakkında epey bilgi bulunuyor. ışık kullanılmamalı, doğal sesler olmalı, konunun gerçekliği ile alakalı bir takım maddeler bütününden oluşan manifestoları var. teknik olarak sinemadan anlamadıgım için o konulara hiç giremiyorum. bir izleyici olarak kendi çapımda bazı kriterler var; film, bu kriterleri sağladıgığı sürece benim için iyidir.

türev'i sevdim. oyucuları da performanslarını da beğendim. gülçin satırcığlu, bu topraklarda en beğendiğim kadınlardan birisi. filmde de olsa ona yanlış yapılmasını benimseyemedim... altın portakal'da da ödüller almış; en iyi kadın oyuncu ve en iyi film ödülü. samimi bir film. belki de temsil ettiği düşünülen akımdan dolayı böyle olmuştur. kadın erkek ilişkileri, arkadaş ilişkileri güzel işlenmiş. hayatta bunlar var. ortada çok güzel bir ortam varken, bir anda her şey kötü olabiliyor. filmde de esas oğlan söylüyor; iki gün önce sevgilisiyle evlenmek istersen, birden içinde bulundugu duruma şaşırıyor. kendisi bile fark etmiyor o duruma nasıl girdiğini. neticede tabii her şey yıkılıyor. arkadaşlıklar bitiyor, ilişki bitiyor, herkes farklı bir tarafa dağılıyor. hayat ve getirdiği tercihlerin sonucu zaman zaman acımasız olabiliyor.

03 Aralık, 2017

Yılın Kadrosu 2017


sevdiğim işlerden bir tanesidir uefa yılın 11'ini yapmak. her sene seçiyorum ama bu sefer blog olduguna göre seçimleri buraya da ekleyeyim. dizilişi 442 seçtim ama oyuncuları seçerken dikkat etmemişim. ramos sol bek, marcelo stoper olarak gözüküyor. gözden kaçırmışım.

kadroyu seçerken objektif olmama rağmen real madrid'den 6 oyuncu almışım. hatta casemiro da olabilirdi. geçen sezon bana göre takımın en fark eden oyuncusuydu ama tabii real madrid'de o kadar çok kalite var ki; hamal olarak biraz geride kaldı. kusuruma bakmasın artık. onun yerine de bruyne'yi aldım. geçen sezondan ziyade bu sezon, şu anda futbolun en değerli oyuncusu olabilir. 

kalede efsane buffon var. ama onu seçerken romantizm yaptığımı düşünmüyorum. gerçekçi olunca da romantik olunca buffon yılın kalecisine layık.

stoper pozisyonunda ramos yine değişmedi. adam herhalde futbolu bırakana kadar yılın en iyi 11'ine seçilecek. marcelo'da aynı şekilde... diğer stoper için bonucci'yi tercih ettim, sanırım birçok kişi de aynı tercihte bulunacak. genelde pique de seçiliyor ama geçen sezon pique biraz silik kaldı. sağ bek için adayım chiellini oldu. sağ bek oynamıyor, bek pozisyonunda solda oynamıslıgı var ama bir sekilde kadroya dahil etmek istedim onu. 

orta sahaya direkt real madrid'i koyabilirdik. iniesta'nın yaşlanması onu geriye itti. bunun yanında modric-kroos ikilisinin yükselen formu en iyi 11'leri hak ediyor. geçen sezonun madrid prensi asensio olmasa ayıp olurdu. de bruyne ise bu sezon gösterdiği performansla 2017'nin en iyileri arasına girmeyi hak ettiğini düşünüyorum.

ileri ikilide ise messi ve ronaldo var. gerçekte beraber oynasalar nasıl olur diye zaman zaman düşünüyor insan. herhalde futbolu bırkatıklarında bir ihtimal yardım maçlarında görürüz. tabii messi'nin takımı ronaldo'nun takımına karşı olmazsa.

Sophie Scholl - Die letzten Tage


gece uyumudan önce bir izleyeyim dedim, imdb'de watchlist'e bakındım durdum. zaten bir film izlemeden önce yarım saat hangi filmi izlesem diye düşünüyorum. bazen bu süre daha da uzayıp o film senin bu film benim geziniyorum internette ve sonuçta film izleyemiyorum. dün akşam internette gezinirken ekşi sözlük'te almanların rögar kapağı çalışması diye bir başlık gördüm. girdim hemen içeri baktım bir video. izledim yine hayran kaldım. onun etkisinden mi acaba bilemiyorum alman filmi izleyeyim dedim. film ararken de bu filmi gördüm.

almanlarda film yapacak konu bol. aslında bizim memlekette film yapacak konu bol ama bir türlü entrikadan öteye gidemiyoruz. o kadar güzel tema varken yıllarca zengin kız, fakir oğlan işlenmiş. hoş şu anda da pek fark yok. onca güzel konu hala duruyor ama pek işlendiği söylenemez. ya da işlense bile sanırım seyirci bulamıyor. hak yemeyelim şimdi, gayet güzel filmler var.

sophie scholl, die letzten tage, nazi döneminde bir grup üniversite öğrencisinin kurduğu die weisse rose isimli gruptan iki kardeşin hikayesini anlatıyor. başlangıç sahnesinde grup üyelerini görüyoruz ama onlar flm boyunca pek karşımıza çıkmıyor. sadece içlerinden birisini mahkeme sahnesinde görüyoruz. film genel olarak scholl kardeşler etrafında gitse de esas olarak sophie'nin hikayesini anlatıyor. henüz 21 yaşında ve nazilerin en şaşalı dönemde nazi karşıtlıgı yapıyor ve en sonunda yakalanıyor, idama mahkum oluyor. idam demişkin sophie'nin orada söylediği bir söz var bana ahmet şık'ın hapisten çıktıgı zamanki söylediği cümleyi hatırlattı. belki ahmet şık bu filmi izlemiştir ve bu sahnenin etkisinde kalmıştır. belki de ben benzerlik için fazla zorluyorum. sophie, hakimin son sözünüz nedir sorusuna cevaben şöyle söylüyordu: yakında bizim durduğumuz yerde siz duruyor olacaksınız. ahmet şık da, oda tv davası kapsamında yargılanırken, silivri çıkışında bu komployu kuranlar cezaevine girecek demişti. daha sonra bu sözleri için de yargılandı ve beraat etti. şimdi ise yine tutuklu cezaevinde ve yine aynı şey rahatlıkla söylenebilir. umuyorum onu yargılayanlar bir gün onun bulunduğu yerde olacaklar.

insanların muhalif olarak nefes almak için bile zorlandıkları dönemlerde, işleri yoluna koyabilmek için, insanlık ve özgürlük için mücadele içine girmeleri kutsal bir davranış. bir laf  vardır, bazı insanlar için söylenir; dünya dönüyorsa böyle güzel insnalar sayesinde diye. gerçekten eğer insanlık varsa, özgürlük varsa sophie scholl gibi insanların ettiği mücadeler sayesinde var. dünya bu yüzden dönüyor.

01 Aralık, 2017

Adres Bilme Huzuru

sokakta aheste aheste, muhtar misali yürürken bir anda şuraya nasıl giderim temalı bir soruya doğru cevap vermek gibisi yok. insana bedava özgüven, mutluluk, keyif veriyor. hele hele yaşadıgınız muhitte, sizin mahallenizde birisi sizden bir adres tarifi istediğinde bunun etkisi daha da fazla oluyor. belki de bu gizli bir özgüvensizliğe işarettir, bilemiyorum uzmanlar ne der ama ben derim ki; güzel, bedavadan keyif. arada sırada birbirimize adres soralım. keyifli anlar yaşatalım.

Svetat e golyam i spasenie debne otvsyakade



bulgar sinemasından izlediğim ilk film. yol filmlerini severim, hikayesi de ilginç gelince izleyeyim dedim. filmin ingilizce adı, the world is big and salvation lurks around the corner, türkçe adı ise, koca dünyada kurtuluş pusuda kısaca özeti şöyle, zamanında bulgaristan'da zorluk içinde yaşayan bir aile iltica ediyor. iltica edilen ülkede yıllar sonra bu aile bir kaza geçiriyor ve sonucunda oğlanın hafıza gidiyor. buna mükabil onun dedesi tarafında tekrar hayata karıştırılması sağlanıyor. film bu minvalde...

imdb puanına bakınca film genel olarak beğenilmiş. ben de beğendim. güzel, sıcak film olmuş. yol filmi de denebilir. sadece bulgaristan'a dönüş olarak değil, iltica edilmesi, o sürede ailenin başından geçenler de bir yol filmi hikayesi konusu. çünkü bazıları bisikletle bulgaristan'a dönüş sahnelerinin azlıgından dolayı bu nasıl yol filmi tepkisi vermiş. bir filmin yol filmi olması için karakterlerin sürekli bir taşıt kullanarak hareket halinde olması gerekmiyor. en azından ben öyle düşünüyorum. zaten filmi beğenmeyenler, genel olarak politik sebeplerden ötürü beğenmiyor sanırım. çünkü filmde komünist rejime karşı olan bir dede var. komünist rejimde kendilerine gelecek görmeyen, baskı hisseden bir aile var ve bu da izleyicinin gözüne baya sokuluyor. haliyle hayata, yaşama bu taraftan bakanların pek beğeneceği film olmayacaktır. onları da anlıyorum tabii. beğenmemeleri çok normal. ama italya'da geçen sahnelerde baya baya demokrasiye de sallama var. kamp müdürünün burası demokratik bir ülke deyip oradaki insanları haklarından mahrum etmesi filmi rejim konularında biraz da olsa nötr hale getiriyor.

ben genel olarak beğendim. dedenin tavla üzerinden hayat dolu metaforlarını zaman zaman pek sevmesem de, bisikletle uzun yol yapmak gibi zahmetli bir işin zorlugunu pek yansıtılmasa da güzel filmdi. yol ve aile filmlerini sevdiğim için bu filmi de sevdim.