24 Ekim, 2021

Kajillionaire

bir filmin kötü olmasından daha kötü bir şey varsa o da herhalde komedi diye açılan filmin komedi filmi olmamasıdır. komik olmaması problem değil. ben gülmesem de başkası gülebilir. ancak komedi olmaması herhalde daha büyük problem. bu da öyle filmdi.

kajillionaire, izlerken epey sıkıldığım bir film oldu. çekirdek bir ailenin anormal geçim problemi anlatıyor. bol bol aile draması var. ilgi gösterilmeyen çocuk. bir honey bile dememişler. çocuk değil adeta anne ve babanın iş arkadaşı. aile neden o durumda hiçbir fikrim yok. filmde o kadar havada duran konu var ki insan haliyle filme bir mana veremiyor. melanie keza neden birden aileye katılıyor onu da anlamadım.

özetle birçok şeyi anlamadığım film oldu. belki bir alt metin vardır filmde ama çok sanmıyorum. kötü film.

17 Ekim, 2021

Mubi Sendromu

her ne kadar mubi'de film izlemeyi sevsem de zaman zaman bu filmleri izlemek yorucu olabiliyor. acaba bu tür filmleri izlemek insan hayatından bir dönemini mi kapsıyor? belli bir yaş aralığında ağır filmleri rahat rahat büyük zevkle izlerken, belli bir doyum noktasından sonra insanın daha hafif, yorucu olmayan filmler izleyesi geliyor. aç bitir kültürünün etkisidir belki de... belki de ekonomideki marjinal maliyetle ilgilidir. büyük iştahla canınız tatlı çekiyordur. birinci, ikinci dilimi zevkle tüketirsiniz. daha sonraki dilimlerde alacağınız zevk iyice azalır. ve sonunda doyum noktasına ulaşmışsınızdır artık. canınız tatlı çekmiyordur. en iyi ihtimalle aradan belli bir zaman geçtikten sonra tekrar o iştah oluşur ve tekrar tatlı yemek istersiniz. mubi sanırım benim için böyle bir durumda. bir yerde doyum noktama ulaşıyorum ve film izlemek izlemek istemiyorum. daha basit işlere kaçıyorum. her neyse artık. squid game şu an daha iyi gidiyor.

26 Eylül, 2021

Servis

geçtiğimiz haftalarda eksi sözlük'te işe servisle gitmekle alakalı bir yazı okumuştum. bir yazar işe servisle gittiği zaman kendisini huzursuz hissediyordu. sanki birileri onları bir kutuya koyup sabah işe bırakıp, aksam alıyordu. benzer şeyleri ben de düşünüyorum. belki bunun işi sevip sevmemekle ilgisi vardır ama her sabah işe gittiğim zaman sanki bir simülasyonun içindeymişim gibi hissediyorum. acaba toplu taşımayla ise gitmek ya da özel araç kullanmak daha mı iyi olur diye düşünüyorum. kuşkusuz özel araç en iyi opsiyon. toplu tasıma biraz daha hayatın içindeymiş gibi hissettirse de konfor açısından en rahatsızı olur. bir de bulunduğum konum itibariyle işe toplu taşımayla gitmek 2 saatimi alır. 

6.00'da servise binmek için hazır bulunuyorum. genelde maksimum 10 dakikalık bekleyişin ardından servis geliyor ve yarım saat içinde işte oluyorum. her ne kadar erkenden ise gitsem de yarım saatte, işe servisle gitmek Türkiye standartların epey iyi süre. ama her ne oluyorsa bana 10 dakikalık bekleyişte oluyor. her şey aynı. servis beklediğim durağın hemen 5 metre ötesinde ellili yaslarında bir kadın bekliyor. genelde ondan önce servise biniyorum. her zaman maskesi ağzında. ben ise servise binene kadar takmıyorum. siyah opel astra ile fırına gelip bir şeyler alan iki bekçi. gece vardiyasında fırından çıkan kasa görevlisi ki kendisi fetö'den atılma bir öğretmen. pejo j9 minibüsüne binmeden önce fırına koşar adım uğrayan ve her zaman mini kıyafetler giyen otuzlu yaslarında bir kadın. renault symbol şirket arabasına güvenlik alarmlarını yükleyip işe giden kırklı yaslarında bir adam. köşedeki nalbura milli gazete bırakan ellili yaşlarında motosikletli. transit geçen beyaz servis minibüsleri... .. hiç şaşmaz. bu rutin her zaman devam eder. bazen bu rutinin içinde sonsuza kadar kendimi tekrara alacağımı düşünüyorum. her ne kadar bir şarkıyı çok sevseniz de sürekli dinlemek marjinal fayda kaynaklı o şarkıya karsı isteksizlik hali oluşturuyor. bu yüzden işimi sevsem de bir yerden sonra bu rutinin içinde olmak sıkıcı olabiliyor.

*

hesap ekstrelerimi kontrol eden bir insan değilim. bu har vurup savurduğum anlamına gelmiyor. nereye ne harcadığımı bilirim. geçen ay kontrol ettiğimde ufak ufak birçok giderim olduğunu fark ettim. neredeyse tamamı online stream sitelerine olan abonelikler. internete verdiğimiz paranın üstüne bir de içerikler için para ödemek zaman zaman canımı sıkıyor. tabii paranın değeri olsa belki bu kadar takılmam anca hem paranın değersiz oluşu hem de böyle ücretler ödemek bazen internete verdiğim ücreti sorgulatıyor. ya internete para vermeyeyim stream platformlara para vereyim ya da internete vereyim diğer aboneliklere vermeyeyim. ikisi beraber olunca kazıklanıyormuş gibi hissediyorum. film platformları, bazı dergiler, spor içerikleri için ayrı ödenen ücretler 15 lira, 20 lira derken ayda epey gider oluşturuyor. buralarda da bir yanlışlık var ama bilemiyorum.

25 Nisan, 2021

Nasipse Adayız


kitapçı gezerken zaman zaman kitabı görüyordum, dikkatimi çekiyordu ama alıp okumuyordum. sadece nasipse adayız özelinde değil, ercan kesal'ın diğer kitaplarına karşı da aynı tutumum vardı. nedense kendisinin kitaplarını okuma isteği bende olmuyor. birkaç yazar daha var, dikkatimi çekse de okuma isteğim yok. 
filme gelecek olursak bazı noktalar fazla karikatürize olsa da gerçeklik payı oldukça yüksek. kıyısından köşesinden dernekçilik, yerel yönetimlere bulaşmış insanlar işlerin filmde anlatıldığı olduğunu bilir. zaten türkiye'de genel olarak belediyeleri özellikle batıdaki ilçeleri hemşeri dernekleri yönetiyor. onların isteklerini, taleplerini tatmin ettikten sonra hatırı sayılır oy alabiliyorsunuz. büyük mahallelerin muhtarları önemli olabiliyor. tek bir dedikoduyla seçilme şansınızı sıfıra çekebiliyorlar. işler böyle yürüyor. düğün salonlarında düzenlenen geceler, yemekler kıçı kırık muhtarların peşinde dolanmalar, ilçedeki güçlü tarikatların liderleri önünde el pençe durmalar... türkiye gerçekleri. doğuda işler nasıl işlediğini pek bilmesem de batıda böyle işliyor. adaylar zaman zaman selam dahi vermeyeceklere insanlara büyük tavizler verebiliyor. her şey seçilebilmek için.

film kültür bakanlığı destekli... acaba filmde muhalif partiden seçime giren aday yerine iktidar partisinden aday görsek aynı yine olur muydu? ya da bir numara malum şahıs olsaydı... zannetmiyorum. gerçi filmin politik mesaj dozajı çok yerinde. bu iyidir, kötüdür diyerek ahlak dersi verilmiyor. işler böyle yürüyor diyerek durum ortaya konuyor ki; gerçekten öyle yürüyor. ahlak dersi vermiyor diyorum ama film boyunca yaşanan ahlaksız net bir şekilde hissediliyor. izleyiciye geçiyor.

 ercan kesal'ın ilk uzun metraj filmi. netflix'te görmeye alışkın olmadığımız özgünlükte bir film. gerçek hayattan uyarlanan filmleri seviyorum. bu da onlardan bir tanesi. kusurları olsa da iyi film.

24 Nisan, 2021

9 Ay

 uzun zamandır buraya bir şeyler yazmamışım. 9 ay olmuş. tabii bu zaman zarfından bir şeyler izledim, okudum, dinledim ama nedense yazma ihtiyacı hissetmedim. okudum, izledim diyorum ama açık konuşmak gerekirse çok fazla hayatımı verimli kullandığım söylenemez. iş çıkışı ve akabinde yemek sonrası gelen uyku beni bir şey yapmamaya itiyor. boş durmak ya da zihni yormayan işlerle meşgale olmak daha çok işime geliyor; bunda mesai saatlerinin salgın yüzünden yarım saat erkene alınması ve benim iş için daha erken kalkmamın, erken uyumamın da etkisi var.

son yazından bu yana değişen bir şey yok hayatımda. salgınla beraber yaşama sürecine devam ediyorum. çevremde daha fazla pozitif olan kişi var, daha fazla ölüm duyuyorum. buna karsın aynı yasaklar, kısıtlamalar devam ediyor. bunca kısıtlamaya rağmen vaka sayılarının düşmemesi kısıtlamaların gereği olmadığının ispatı gibi duruyor. 

yapmayacaksın, gitmeyeceksin, koşmayacaksın, yemeyeceksin... biz izin verirsek bunları yapabilirsin, diğer türlü bunların hiçbirini yapamazsın. insanın doğasına ters bir durum. artık serbest kalma zamanı geldi gibi. belki yine kısıtlamalar olmalı ama devleti yapmayacaksın zorbalığını artık bırakması gerekiyor. kendi halinde tek basına bisiklet bile süremiyorsun. kime ne zararın var? kalabalık toplanmalar yine olmasın, yine bazı düzenlemeler olsun ama tek basıma dışarı çıkıp yürüyebileyim, bir banka oturabileyim. geçen sene bahar aylarıyla beraber gelen düzenlemeler yüzünden bir senedir hayatımızı yaşayamıyoruz. baskıladıkça, yapma dedikçe, evlere kapattıkça daha şiddetli çıkmak istiyor insan. 

tekrar buraya bir şeyler yazma motivasyonum olur umarım. tekrar eden bir başlangıç olsun.