25 Nisan, 2021

Nasipse Adayız


kitapçı gezerken zaman zaman kitabı görüyordum, dikkatimi çekiyordu ama alıp okumuyordum. sadece nasipse adayız özelinde değil, ercan kesal'ın diğer kitaplarına karşı da aynı tutumum vardı. nedense kendisinin kitaplarını okuma isteği bende olmuyor. birkaç yazar daha var, dikkatimi çekse de okuma isteğim yok. 
filme gelecek olursak bazı noktalar fazla karikatürize olsa da gerçeklik payı oldukça yüksek. kıyısından köşesinden dernekçilik, yerel yönetimlere bulaşmış insanlar işlerin filmde anlatıldığı olduğunu bilir. zaten türkiye'de genel olarak belediyeleri özellikle batıdaki ilçeleri hemşeri dernekleri yönetiyor. onların isteklerini, taleplerini tatmin ettikten sonra hatırı sayılır oy alabiliyorsunuz. büyük mahallelerin muhtarları önemli olabiliyor. tek bir dedikoduyla seçilme şansınızı sıfıra çekebiliyorlar. işler böyle yürüyor. düğün salonlarında düzenlenen geceler, yemekler kıçı kırık muhtarların peşinde dolanmalar, ilçedeki güçlü tarikatların liderleri önünde el pençe durmalar... türkiye gerçekleri. doğuda işler nasıl işlediğini pek bilmesem de batıda böyle işliyor. adaylar zaman zaman selam dahi vermeyeceklere insanlara büyük tavizler verebiliyor. her şey seçilebilmek için.

film kültür bakanlığı destekli... acaba filmde muhalif partiden seçime giren aday yerine iktidar partisinden aday görsek aynı yine olur muydu? ya da bir numara malum şahıs olsaydı... zannetmiyorum. gerçi filmin politik mesaj dozajı çok yerinde. bu iyidir, kötüdür diyerek ahlak dersi verilmiyor. işler böyle yürüyor diyerek durum ortaya konuyor ki; gerçekten öyle yürüyor. ahlak dersi vermiyor diyorum ama film boyunca yaşanan ahlaksız net bir şekilde hissediliyor. izleyiciye geçiyor.

 ercan kesal'ın ilk uzun metraj filmi. netflix'te görmeye alışkın olmadığımız özgünlükte bir film. gerçek hayattan uyarlanan filmleri seviyorum. bu da onlardan bir tanesi. kusurları olsa da iyi film.

24 Nisan, 2021

9 Ay

 uzun zamandır buraya bir şeyler yazmamışım. 9 ay olmuş. tabii bu zaman zarfından bir şeyler izledim, okudum, dinledim ama nedense yazma ihtiyacı hissetmedim. okudum, izledim diyorum ama açık konuşmak gerekirse çok fazla hayatımı verimli kullandığım söylenemez. iş çıkışı ve akabinde yemek sonrası gelen uyku beni bir şey yapmamaya itiyor. boş durmak ya da zihni yormayan işlerle meşgale olmak daha çok işime geliyor; bunda mesai saatlerinin salgın yüzünden yarım saat erkene alınması ve benim iş için daha erken kalkmamın, erken uyumamın da etkisi var.

son yazından bu yana değişen bir şey yok hayatımda. salgınla beraber yaşama sürecine devam ediyorum. çevremde daha fazla pozitif olan kişi var, daha fazla ölüm duyuyorum. buna karsın aynı yasaklar, kısıtlamalar devam ediyor. bunca kısıtlamaya rağmen vaka sayılarının düşmemesi kısıtlamaların gereği olmadığının ispatı gibi duruyor. 

yapmayacaksın, gitmeyeceksin, koşmayacaksın, yemeyeceksin... biz izin verirsek bunları yapabilirsin, diğer türlü bunların hiçbirini yapamazsın. insanın doğasına ters bir durum. artık serbest kalma zamanı geldi gibi. belki yine kısıtlamalar olmalı ama devleti yapmayacaksın zorbalığını artık bırakması gerekiyor. kendi halinde tek basına bisiklet bile süremiyorsun. kime ne zararın var? kalabalık toplanmalar yine olmasın, yine bazı düzenlemeler olsun ama tek basıma dışarı çıkıp yürüyebileyim, bir banka oturabileyim. geçen sene bahar aylarıyla beraber gelen düzenlemeler yüzünden bir senedir hayatımızı yaşayamıyoruz. baskıladıkça, yapma dedikçe, evlere kapattıkça daha şiddetli çıkmak istiyor insan. 

tekrar buraya bir şeyler yazma motivasyonum olur umarım. tekrar eden bir başlangıç olsun.